6 Mart 2020 Cuma

PLATON’DA BİR KAVRAMI



Giriş

Platon’da Bir sorunu, göz kamaştırıcı bir felsefi parlaklığa sahiptir. Bu parlaklığın nedeni, tüm gücünü varlıkları ikiye ayıran bir düşünceden alan Platon felsefesinin, şimdi bizzat kendisinin ikiye ayırdığı bu varlık alanından bir Bir çıkarmayı deneyecek olmasıdır. Bu zıtlık, Platon’un kendi kuramı üzerine düşündüğü Parmenides, Sofist gibi diyaloglarda muazzam bir derinlik kazanır. Bir konusunda Platon’da çarpıcı olan, onun Bir’in varlığından asla şüphe etmeyişidir. Diyalogun en zorlu anlarında dahi Bir’in varlığı yadsınmaz. Çünkü onun bilgisi vardır.[1] İlginç olan, daha çok kendisinin mevcut olmamasıdır ve tüm olumsuz sonuçlara rağmen sorunun tartışılmaya devam edilmesinin anlamı da budur. Bilgisi olup da kendisi olmayan bir şey olabilir mi? Ve daha önemlisi, eğer mümkünse, bu İdealar kuramı açısından ne anlama gelir?

Bir sorununun Platon açısından bir diğer önemi, İdealar Kuramı ile Bir kavramı arasındaki kesişimin, pay alma ilişkisi üzerinden açıklama girişimidir. Pay alma, asıl varlık olan İdealar ile görünür nesneler arasındaki ilişkinin adıydı ve İdealar da tam da nesneler kendilerinden pay aldıkları için asıl varlıklardı. Ancak görünür nesneler İdealardan pay aldıkları için de aslında bir bütünlerdi; bir anlamda görünür nesneler ideaların gölgeleriydi. Bu yüzden pay alma ilişkisi de bir bütünlük, birlik oluşturma çabasıydı. Teori hazırdı, ancak varsayılan iki dünya arasındaki ilişkisizlik sürüyordu. Platon bu sorunu çözecek açılımı Parmenides, Sofist ve Philebos diyaloglarında yapar ve ideaların birbirlerinden nasıl türediğini gösterir. Ancak bu türetimlerin hiç birisi, nesnelerin idealardan nasıl pay aldığını göstermez. Dolayısıyla Bir, açıklanmamış olur. Onun hakkında denecek tek şey onun bir tür ikilik olarak aklın bir vasfı olduğudur; ancak bu da İdeaların da asıl varlık değil de aklın bir vasfı olduğu sonucunu doğurma riski taşıdığından, ortaya çözülmesi güç bir felsefi sorun ortaya çıkar.

Bir kavramı ve varlığın birliği sorununun başlangıcı Platon değildir. Thales’te dahi arkhe düşüncesinin örtük de olsa bir Bir arayışı anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Herakleitos ve Parmenides arasındaki tartışma da Bir sorununu geriliminin zirvesine taşır. Platon’un ilginçliği burada başlar. O bir yandan, İdealar kuramı gereği Parmenides’in Bir-Olan bakışını benimser görünmekte, ancak görünür varlıkların nasıl olup da idealardan pay aldıklarını ve var olduklarını açıklamaya çalıştığındaysa Herakleitosçu bir açıklama sunmaktadır. Evet, şeylerin değişip dönüştüğü ve çok olabildiği doğrudur, ancak tüm bu dönüşümün arkasında değişmeyen bir “şey” yatar. İşte Parmenides tam da buradan sıkıştırır onu: “Peki bu ‘şey’ Bir midir?”

Tartışmayı belirleyen bir etmen daha vardır. Bu etmen, Bir denilen şeyin ne olup olmadığıdır. Bir, sürekli tarif edilmesine rağmen, Sofist’te verilen Parmenides’in tanımı dışında[2], net şekilde tanımlanmaz ve sürekli olarak onun hem var hem yok olduğu ispatlanır. Ama Bir’den net olarak bir takım özellikler anlaşılır ve bu anlaşılan özellikler seti, Bir olduğu kabul edilen şeyin sınandığı tüm ilişkiselliklerin sonucunun Bir’e uygun olup olmadığına karar verir ve bu sonuçlara göre Bir’in aldığı biçimleri serimler. Bir için sayısız özellik sıralanıp, yine de tek bir genel tanım yapılmamasına rağmen, Bir’in bilgisi denilen şey, bir hayalet bilgi olarak kendi bedenini aramaya devam eder. Elde form olarak bir Bir vardır; bu kesindir, ancak bu Bir’in içeriğinin ne olduğu, örneğin idea mı, varlık mı, hiçlik mi, çokluk mu, varlığa aykırı bir varlık mı olduğu belirsizdir ve görünüşe bakılırsa bunların hem hepsi hem de hiç biridir. Bu karmaşa, Parmenides’te “net” şekilde ortaya konur. Diyalog, Bir’in kendisi ve başkaları hakkında hem var olduğu hem de var olmadığı yargısıyla sona erer. Sofist ise yokluğun, var olduğu savını, varlık görüşlerini tartışarak tanıtlamaya çalışarak, bir bakıma Parmenides’teki sorunu çözmek yerine, Parmenides’te tarif edilen Bir türünde bir varlığın olabileceğini ima etmekle, ona felsefi bir zemin hazırlamakla ve Philebos diyaloguyla birlikte ideların birbirlerinden nasıl türetildiğini göstermekle yetinir. Dolayısıyla Bir sabiti oluşturulmaya çalışılırken, aslında sorun İdealar ile görünür nesnelerin ve ideaların arasındaki pay alma ilişkisi sabitlenmeye çalışılmış ancak bu pay alma ilişkisi ancak idealar arasındaki türetim olarak örneklenebilmiştir. Görünür nesnelerin nasıl olup da İdea denilen varlıklardan pay aldığı açıklığa kavuşturulamadığından, Bir Parmenides’te tarif edilen ve Sofist’te mümkün kılınan ikili yapısını sürdürür. İki tane Bir vardır ve Bir, kendinde ve ayrı olduğunda çokluğa karışıp yok olur, yok olduğundaysa ise çoklukta vücut bulup varlığa gelir. Bir diğer deyişle, yokluğu varlığına dâhildir. Çünkü olmadığında dahi ne olduğu bilinmektedir.

PARMENİDES VE BİR
Platon'un Parmenides diyalogunda tartışma genel olarak İdealar Kuramı olsa da; Sokrates’in önce Zenon sonra Parmenides’le girdiği diyalogun sonunda sorun, ideaların Bir olup olmaması ve dolayısıyla Bir’in ne olduğu konusunda düğümlenir.

Sokrates’e göre Zenon'un paradoks olarak sunduğu şeyler duyular dünyasındaki varlıklara aittir ve dolayısıyla onların kimi zaman Bir, kimi zaman birlikten yoksun, kimi zaman çokluk olarak gözükmesinde şaşırtıcı hiçbir şey yoktur. Sokrates'e göre mesele, asıl varlık dediği idealarda bu tür paradokslar görülüp görülmediğidir[3].

Diyalogun birinci bölümünde Parmenides Sokrates'in İdealar kuramını sorgular. Genç Sokrates'e göre görünür ve akılla kavranır, düşünülür olmak üzere iki tür dünya vardır ve görünür dünyada gördüklerimiz bize asıl varlık hakkında bilgi vermez. Onlar geçip geçicidir ve ideaların yansısıdırlar. Onlar, idealardan pay alarak, idealara katılarak var olurlar.

Parmenides bu fikre duyduğu hayranlığı belirtse de onun üzerinde odaklandığı mesele, ideaların kendilerinde ve ayrı varlıklar olarak varoluşları ve katılma ve pay alma, ilk örnek oluşturma biçimlerinde cereyan eden idealarla sıradan nesneler arasındaki ilişki olur. Parmenides’e göre idealar teorisi üç bakımdan sıkıntı teşkil eder: a – idealar var mıdır ve bir midir?[4] – bir başka deyişle idealar kendilerinde ve ayrı varlıklar mıdır?-; Her şeyin bir ideası var mıdır[5] ve eğer idealar Sokrates’in anlattığı gibiyse idealar dünyası ile görünür dünya arasındaki geçişsizlik bizim onları, onların da, dolayısıyla asıl varlıklar alanındaki Tanrı’nın da, bizi ve bizim dünyamızı bilemeyeceği sonucuna çıkmaz mı?[6]

Sokrates, ideaların birliği meselesini savunmak için bir örnek öne sürecektir. Gün[7] örneğini veren Sokrates, ideaların da tıpkı gün gibi hem bir hem de her yerde olduklarını iddia edecektir. Parmenides'in verdiği ikinci örnekse yelken/çadır[8] örneğidir: herkesin üzerine gerili olan ve dolayısıyla herkesi kapatan[9] ancak aynı zamanda tek parça olan bir çadır. Parmenides ikinci örnek üzerinden bütün - parça ilişkisi ve bir olup olmama meselesine odaklanarak idealarla görünür nesneler arasındaki ilişkinin niteliğine dair yanıtlanması güç çelişkiler sunsa da, dikkat çekici bir şekilde, diyalogda gün örneğinden tekrar bahsedilmez. Zira, gün örneğinde Sokrates, aslında biçimsel de olsa oldukça işler bir örnek seçmiştir: Gün tektir, ama her yerdedir. Her yerde olması, onun çok olması sonucunu doğurmamaktadır. Yelken ya da çadır gibi parçalardan oluştuğu kolaylıkla iddia edilemez. Ancak Parmenides soruyu adeta duymamış gibi yaparken, Sokrates de bu örneğe bir daha geri dönmez. Bu örnek, Platon’un eserlerinde üzerine tekrar dönülmeyen olası bir çözüm anahtarı olarak kalır. Eğer bunun bir unutkanlık, ya da tartışmayı sürdürmek için kasıtlı olarak kullanılmamış bir silah olduğunu düşünmez ve bu ihtimalleri aşırı spekülatif bularak göz ardı tutarsak, örneğe dönülmemesinin nedenini, gün örneğinin bir analoji olmanın ötesine geçmeyecek olması şeklinde yorumlayabiliriz. Zira günün bir olması ve her yerde olması formel olarak doğrudur ancak bu örnek bize Bir’i açıklamaz. Dolayısıyla, gün örneğinin yüz üstü bırakılması, Bir’in tanımlanamazlığının da bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Ancak ideaların birliği sorunu, yelken örneği üzerinden işletilir ve bütün/parça ilişkisi dolayımıyla birin imkânsızlığı sonucuna varılır. Sokrates’in öne sürdüğü katılma ve pay alma ilkelerinin yol açtığı güçlük, Parmenides tarafından bütün/parça ilişkisinden daha ileri düzeyde ortaya konur. Yorumcular tarafından “Üçüncü Adam meselesi[10] olarak da tanımlanan bu argümana göre, örneğin büyüklük ideasından pay alan bir şeyin büyük olması durumunda Büyüklük İdeası’nın büyüklüğünü nereden aldığı gündeme gelir. Dolayısıyla söz konusu ideanın Büyüklük İdeası olması için, bir başka ideadan daha pay alması gerekir. Ancak bu durumda, sonsuz bir zincir halinde bu devir işleyecektir.[11] Sokrates’in bu itiraza yanıtı, yine gün örneğindeki gibi güçlüdür. Buna göre idealar eğer kaynaklarını düşüncemizden alıyorsa, Parmenides’in bu itirazı geçersiz kalabilir. Ancak Parmenides bu kez de düşüncenin mutlaka bir şeyin düşüncesi olması gerektiğini; ancak kendisi Bir olan bir şeyin başka bir şeye ait olamayacağını söyleyerek, idealar kuramının güçlüklerinden birisinin de bu olduğunda ısrar eder.[12] Sokrates’in ideaların ilk modeller olarak var olması ve diğer varlıkların onlara imgesel benzerlikler yoluyla katıldığı savunması da Parmenides’in benzer bir akıl yürütmesiyle çürütülür: İdealarla şeyler benzerse, bu benzerlik hangi ideadan ve nasıl pay alır?[13]

Parmenides’in ikinci sorusu her şeyin bir ideası olduğu fikrini Sokrates onaylamasa da soyut varlıkların tümünün ideası olduklarını, insan, su, ateş gibi varlıkların idealarının olduğunu sık sık düşündüğünü, kıl, saç, çamur gibi şeylerinse idealara sahip olduğunu düşünmenin kendisini saçma sonuçlara götürdüğü için bu düşünceyi terk ettiğini söyler.[14]

Parmenides’in son olarak söylediği ve birçok zorluğun içinde en güç zorluk olarak tanımladığı güçlük ise asıl varlıkların dünyasıyla, görünür dünya arasındaki ilişkisizlik meselesidir.[15] Buna göre, köle ile efendi ve kölelik ile efendilik ikilikleri arasındaki ilişkisizlik gibi burada da bir ilişkisizlik meydana gelecek ve biz ideaların bilgisine ulaşamayacağımız gibi Tanrılar da bu durumda görünür dünyanın bilgisinden mahrum kalacaktır. Bu sonuç idealar dünyasının hem çıkışsızlığını – ki bu durumda kuram, ortaya attığı varlığın ne olduğunu söyleyemeyecektir- hem de mantıksal olarak hatalı olduğunu – görünür dünyayı bilemeyen Tanrılar- olduğunu gösterir. Sokrates bu güçlüğe karşı bir yorumda bulunmadığı gibi, diyalogun birinci bölümü, Parmenides’in Sokrates’e daha çok felsefi alıştırma yapması gerektiğini tavsiye etmesiyle kapanır. Bu alıştırma, tam da Zenon’dan duyduğu yöntemdir ve yapması gereken, sadece kabul ettiği yargının doğru olması durumunda değil, olmaması durumunda da ortaya çıkan sonuçları değerlendirmesidir.[16] Sokrates, Parmenides’ten söylediklerini örnekleyecek bir örnek vermesini isteyerek, eleştirilerini bir anlamda kabul etmiştir.

Dolayısıyla ilk bölümde İdealar Kuramı’nın eleştirilmesinin ardından ortaya çıkan asıl sorun, İdealar’ın birliği meselesidir. Burada karşımıza çıkan sonuç idealarla görünür dünyadaki pay alma ilişkisinin/ilişkisizliğinin çözümlenemeyeceği olsa da bunun nedeni, Sokrates’in ideaların kendilerinde ve ayrı varlıklar olduğunu ileri sürmesidir ve dolayısıyla yukarıdaki ilişkisizlik, ideaların Bir olmaması anlamına gelecektir. Bu nedenle diyalogun ikinci bölümünde idealar kuramından da çok, Bir’in mümkün olup olmadığı üzerine odaklanılacaktır.

Diyalogun ikinci bölümünde Parmenides ve genç Aristoteles arasındaki geçen tartışmada Bir’in olup olmadığı ve varsa ya da yoksa karşımıza çıkan ihtimaller serimlenir. Buna göre iki temel sav vardır: Birinci sav, birin olması durumudur. Bu sav, “Eğer Bir var ise” diye formüle edilir.[17] Ele alınacak diğer sav ise “Eğer Bir yok ise” şeklinde ele alınır.[18] İlk hipotez, “eğer Bir var ise, Bir Çok olamaz” olacaktır. Burada Bir’in özellikle bütün olmama, parçasızlık, biçimsizlik, yersizlik, kendinde olmamak, devinim ya da devinimsiz olmamak, aynıda, kendinde, başkasında olmamak ve aynı, kendi, başkası olmamak, benzer ve benzemez olmamak, etki almamak, eşit olmamak, zamana katılmamak ve zamanın formlarından azade olmak, oluşta olmamak gibi özellikleri serimlenecektir. Bir, sürekli olarak negatif olarak ve bulunmadığı hallerle nitelenir ve şu sonuca varılır: Bir ne vardır, ne de Bir’dir.[19] İlk sav ve onun çürütülmesi ya da sınanması çarpıcıdır. Bir hakkında öyle bir kriter belirtilmiştir ki özetle varlığın dahi dışında bir ilke olan bir Bir aranmış ancak bulunamamıştır. Aslında burada işleyen formel bir mantığın yarattığı yadsımadan çok dikkat çeken şey, İdealar Kuramı konusunda tartışılsa bile Antik Yunan’ın tüm filozoflarını kapsayan, değişen ve değişmeyen arasındaki ilişkiye aranan çözümün varlık fikrinin dahi ötesine geçmesi, neredeyse hiçlik olarak kurulmasıdır. Zaten savın sonucunda da ulaşılan sonuç bu olacaktır: “Bir ne vardır ne de Bir’dir”. Bu vargıyı şu şekilde de ifade edebiliriz: Bir, Bir değildir ve var değildir, ancak hala bir ‘dir’dir. Çözülmek istenen tam da bu çelişki olduğundan, uslamlama burada devam etmez ve ikinci bir kez yeniden ele alınır. Aslında, birinci tarz hipotezin, yani “Eğer Bir var ise” ile başlayan kısmın geri kalanı, Bir ile varlık arasındaki bu oluş sorununa yoğunlaşacak ve Bir’in hem olan (vardır çünkü olmadığında bile bilgisi vardır) hem de olmayan (bilgisi olmasına rağmen, varlık olmasının getirdiği özellikleri) bir yapıya sahip olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Bu nedenle bundan sonraki üç hipotezde de Bir ile varlık arasında bir yerleştirme çabası gösterilecektir.

O halde, ikinci tür bir varoluş ihtimali düşünülmeli ve ikinci hipotez olarak ileri sürülmelidir: “Eğer Bir var ise, var olabilir ve varlığa katılmayabilir mi?”[20] Bu hipotez, Bir tartışması için ilginç sonuçlar doğuracak ve birinci hipotezde Bir’de bulunmaması gereken tüm özellikler bu kez Bir’e eklenecektir. Şöyle ki Bir varlıktan hem ayrı olacak hem ona katılacak, hem bütün hem parça, hem başka şeylerden daha eski ya da yeni olacak, zamana hem katılacak hem katılmayacaktır. Bir’in bu yapısı kabul edildiğinde, ikinci savın sonucunda Bir’in zamanla ilişkisi şekillenecek ve bu ilişki de “Bir hem var ve hem de çok ve ne bir ne de çok ise, varlığa hem katılmak hem de katılmamak zorundadır” şeklinde ifade edilecektir.[21] Böylece Bir’in “aykırı” doğası zamanla ilişkilendirilerek, onun varlığa katılan ve varlıktan çıkan yanları vurgulanır.

Burada, ilk iki hipotezin ardından, sıra eğer Bir var ise, başka şeylere ne olacağının sorun edilmesine gelir. Bu bize hipotezleme mantığını gösteren bir veridir. Önce iki tür hipotez kurulup Bir’in var ve yok olması durumunda ne olduğu ele alınır. Sonra Bir’in var olması ve Bir olması durumunda olacaklarla, Bir’in kendine özgü bir şekilde hem olup hem olmaması durumunda ne olacağı araştırılır ve birbirine zıt iki Bir resmedilir. Sonra “Eğer Bir varsa, başka şeylere ne olur?” sorusu sorulur ve ikinci hipotezde kurulduğu haliyle Bir’in olduğu kabul edilerek, diğer şeylere ne olacağı incelenir.[22] Dolayısıyla buradan, hem var olan hem de var olmayan, varlığa katılıp varlığa katılmayı durdurabilen, sıra dışı bir Bir çıkacaktır ortaya: “Bir’den Çok’a ya da Çok’tan Bir’e geçerken, Bir ne Bir ne de Çok’tur, ne bir ayrılma ne de bir birleşme sürecindedir. Ve benzerden benzemeze, benzemezden benzere geçişte, ne benzerdir ne de benzemezdir, ne benzeşme sürecinde ne de benzeşmeme sürecinde. Ve küçükten büyüğe ve eşite ve evrik geçişlerde ne küçük ne büyük ne de eşittir, ne artış ne azalış ne de eşitlenme sürecindedir”.[23] Dolayısıyla Bir’in tam da görünen şeylerin tabi olduğu değişimlerin dışına taşındığını, Bir’in tam da görüntüler dünyasından uzakta kurulmaya çalışıldığını söyleyebiliriz burada.

Dolayısıyla, belki de idealar dünyasını yeterince bilemeyeceğimizden hareketle, Bir’in varlığın, zamanın ve hatta kendisinin bile ötesine geçen yapısı onaylanıp ikinci hipotezdeki tanımı geçerli varsayılarak, Bir’in var olması durumunda diğer şeylere ne olacağına geçilir. Bu üçüncü hipotezdir, buna göre Bir var ve diğer şeyler ondan başkaysa, bu başka şeylerin Bir’e katılmaları ve onun parçası olmaları anlamına gelir ve bu da onların sayısız bir çoğulluğu anlamına gelir. “Bunu içinde Bir’in olmadığı bir çokluk içinde yaparlar”.[24] Böylece ikinci hipotezin kabul edilmesiyle varılan sonuç, ikinci hipotezde kabul edilen özelliklerle çelişir.

Dördüncü hipotezde, birinci hipotezin mutlak Bir’i ile diğer şeylerdeki ayrım arasında işletilir ve bu kesin ayrılık durumunda, bu kez de şeyler Bir’e katılamaz ve ne Bir ne de çok olurlar. Çünkü Bir olamayan, iki, üç ya da çok da olamaz.[25]

İlk dört hipotezden çıkan sonuçsa basittir: “Eğer bir varsa hem kendisi hem de başkaları ile ilişkisinde hem her şeydir hem de hiçbir şey”.[26]

İkinci dört hipotezse, Bir’in var olmaması durumunu temel alır. Hipotezlerin ilki, Bir’in var olmaması durumunda bilgisi nedeniyle diğer şeylerden ayrı varoluşunu sürdüreceğini varsayar. Bu durumda, Bir yoktur dediğimizde bile onun kendinde ve ayrı bir şey olduğunu (ilk hipotez) kabul ederiz ve var olmamasına rağmen pek çok nitelik taşıyan bu Bir’in hem varlığa geldiğini hem gelmediğini ve ne varlığa geldiğini ne de gelmediğini buluruz.[27]

İkinci hipotezler setinin ikinci hipotezinde bu kez Bir’in mutlak yokluk halinde olması durumu incelenir.[28] Buna göre mutlak yok olan Bir’in koşulu veya durumu yoktur. Aslında bu iki hipotez de Platon’un klasik çatal ayırma hareketinin bir tezahürüdür. Buna göre başlık “Bir yoksa” olsa da Bir’in iki tarzda yok olduğu söylenir. Birinci başlıkta Bir, bilgi olarak vardır ve bu durumda olanlar incelenir. İkinci başlıktaysa Bir yine yoktur ancak bu yokluğun tarzı bu kez mutlaktır.

Üçüncü hipotezde Bir’in var olmaması halinde başka şeylere ne olacağı sorgulanır ve başka şeylerin birin yokluğunda sınırsız bir çokluğa dönüşeceğini, ancak birmiş gibi gözükseler bile birden yoksun oldukları için ufalanıp gidecekleri savunulur. Dolayısıyla Bir yok ve başka şeyler varsa bu şeyler hem Bir hem de Çok olacak; uzaktan Bir gibi gözükecek yakındansa çoğulluk olarak görünecektir.[29]

Son hipotezse, Bir mutlak olarak yok ise başkalarının da bir olmayacağıdır. Ancak bu kez, bir öncekinden farklı olarak, bir yok ise başkalarının bu kez çok da olmayacağı şeklindedir. Zira, eğer bu şeyler çok olurlarsa Bir’i de kapsayacaklardır ancak Bir olmadığı için bu mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla Bir yoksa, başka şeyler de ne Bir ne de Çok olarak var olabileceklerdir.[30]

O halde, özetleyecek olursak, Parmenides diyalogundaki temel sekiz önermeyi şöyle sıralayabiliriz: İki temel önerme vardır: Bir varsa ve Bir yoksa. Sonra birinci hipotez, iki temel önermeye, eğer Bir varsa bu nasıl bir varlıktır: Mutlak, kendinde ayrı bir varlık mı, yoksa özel türde hem var hem yok olan varlık mı? önermelerine ayrılır. Üçüncü ve dördüncü önermelerde ise Bir’in bu olası iki var oluş tarzı durumunda başka şeylere ne olacağı tartışılır. Eğer Bir mutlak bir varlıksa diğer şeyler mutlak olarak yoktur. Dördüncü hipotezdeyse eğer Bir kendine özgü bir tür ikili varlığa sahipse, başka şeyler de hem bir hem çok olurlar. Ancak bu sonuçların hepsinde de Bir ne Bir ne çok ya da hem bir hem çok görünmektedir.

İkinci hipotezler setindeyse bu kez Bir’in var olmaması ihtimali ele alınır. Eğer Bir yoksa, yine ikili bir önerme gündeme gelir. Bu ya Bir’in göreceli yokluğuyla ya da mutlak yokluğuyla mümkün olabilir. Beşinci hipotez ilkini, altıncı hipotezse ikinci durumu ele alır. İlkinde Bir olmasa bile bilgisi olduğundan hem var hem yoktur. Bu, ilk hipotez setinin ikinci hipoteziyle simetriktir. Böylece bir, kendine özgür bir varlık türü olarak var olmak zorunda kalır. Altıncı hipotezde Bir mutlak yokluk olarak alınır ve bu kez, ilk setteki birinci tezle bir simetri oluşturarak, diğer şeylerin mutlak yokluğuyla sonuçlanır. Yedinci hipotez, yeniden beşinci hipotezin geçerli olması durumunda neler olacağını ele alır ve dördüncü hipotezin sonucuyla karşılaşır. Buna göre eğer Bir göreceli olarak varsa başka şeyler hem bir hem çok olur. Sekizinci hipotez ise altıncı hipotezdeki tezi geçerli kabul eder ve başka şeylerin ne Bir ne de Çok olabileceğini, yani birinci hipotezin sonucunu onaylar.

Sonuç, Bir’in hem var hem yok, ne var ne yok, hem bir hem çok, ne bir ne de çok olduğu anlamına gelir.
  
Eğer Bir varsa – Hipotez A
Eğer Bir yoksa Hipotez B
Uslamlama I: Bir, Çok olamaz (var olmanın birinci biçimi) 137 c
Uslamlama II: Var olup varlığa katılmayabilir mi?  İki biçimi için 142 b ve 155e
Uslamlama V: Bir- olmayan vardır.(yok olmanın birinci biçimi) 160 d
Uslamlama VI:  Bir mutlak olarak yoktur. (yok olmanın ikinci biçimi)
Uslamlamanın sonuçları
Uslamlamanın sonuçları
Uslamlamanın sonuçları
Uslamlamanın sonuçları
Bir
Bir ne vardır ne de Bir’dir. 141 e
Çoklukta sınırsız olur. Ne bir ne çok olur; oluşun tüm etkilerinden etkilenir. 157b
Hem varlığa gelir ve gider ne varlığa gelir ve gider. 163 b
Durumu ya da koşulu yoktur. 164 b
Başka Şeyler
(Uslamlama IV) Başka şeyler  ayrıdır ve Bir’e katılamayınca var olamazlar. 160 b
(Uslamlama III) Başka şeyler, hem sınırlı hem sınırsızdır tüm şeylerden etkilenirler. 159 b
(Uslamlama VII) Sınırlı ve sınırsız ve Bir ve Çok; dinginlikte ve harekette 165 e
(Uslamlama VIII) Varlık ya da oluş diye bir şey yoktur.
166 b
Eğer bir varsa hem kendisi hem de başkaları ile ilişki içinde hem her şey hem de hiçbir şeydir. (160 b)
Eğer bir yoksa hiçbir şey yoktur. 166 c
Bir ister olsun ister olmasın, Bir be başkaları kendileri ve birbirleri ile ilişki içinde tümü de her yolda hem vardır hem de yoktur ve hem var görünürler hem de yok görünürler. 166 c.
Parmenides diyalogundaki temel tezler
Sofist ve Philebos Diyalogları

Platon Sofist diyalogunda Parmenides diyalogundaki ortamın bir benzerini oluşturur. Parmenides’in yerini bu diyalogda yine bir Elealı olan Yabancı ile Aristoteles’in yeriniyse bu kez Theatitetos almıştır. Konu sofistin ele geçirilmesi, yakalanmasıdır ancak bu çabanın yolu, varlık meselesine düşer. Bu, diyalogun girişidir. Ancak diyalogun asıl (Platon açısından da genel olarak felsefe tarihi açısından da) önemi, varlık meselesi tartışılırken, Platon’un Parmenides’in hem öğretisinde hem de Platon’un Parmenides diyalogunda var olmayanın var olduğunun iddia edilemeyeceği temel önermesiyle hesaplaşmaya çalışmasıdır. Böylece, Sofist’i tanımlarken, yokluğun göreceli bir varlık taşıdığı söylenerek, bir nevi Parmenides diyalogunda sorun edilen Bir’in kendine has varlığı, yani var olmadan da varlığa katılabilme özelliğini sağlayacak temel öncül, geçerlileştirilmeye çalışılmaktadır. Aynı zamanda Antik Yunan felsefesindeki varlık görüşleri de tartışması da diyalogun felsefi değerini yükselten bir başka özelliktir. Burada karşımıza çıkan önemli unsur, Bir sorununun mantıksal düzlemde çözülmesidir. Bir vardır, ancak istisnai bir tarzda, ikili bir var oluşla; hem var hem de yok olarak, hem bir hem de çok olarak, ne bir ne de çok olarak ve ne var ne de yok olarak. Bu dört sonucu da içinde barındıran ve onların dönüşümünü sağlayan şey, Bir’in hem var olması hem de var olmamasıdır. Bir’e istisnai varlığını kazandıran temel ise Sofist diyaloğunda yokluğun var olmasıyla sağlanır.

Ancak sorun bu kadarla bitmez. Bu durumda oluşan ilk sorun, Bir’in ortaya çıkan ikili karakteridir. Bu ikili karakter, oluşu açıklamakta kullanışlı olsa dahi, İdealar Kuramı’nın temelinde olmasını bekleyeceğimiz rasyonel temelle açık şekilde çelişir. İkinci olarak, Bir meselesi, bu istisnai ve ikili tarzı Bir’e atfetme yolunu açan kavram yokluktur ve yokun var olmak zorunda olması gibi, Bir’in de ikili bir varlığı olması rasyonelleştirilir ancak bu durumda bile, Bir düşüncesinin yanlışlığı, geçersizliği, boşunalığı gibi ihtimaller gündeme gelmez. “Eğer, bir tür ikilikse, Bir’den bahsetmenin anlamı nedir ki?” sorusu asla sorulmaz. Bir’den, şüphe edilmez.

Sorunun cevabı, örtük şekilde de olsa Philebos diyaloğunda yanıt bulacaktır. Philebos diyaloğunda, kahraman yine Sokrates’tir. Tartışmanın konusu haz ve bilgelikten hangisinin iyilik olduğu tartışmasıdır. Bu diyalogda, konumuz bakımından, iki önemli unsur dikkat çeker. Birinci olarak tartışmaya Bir meselesi üzerinden girilir ve ikinci olarak da varlıkların birbirlerinden nasıl türetildiği açıklanır. Burada karşımıza çıkan kavramsa ölçüdür. İkinci noktadan başlayacak olursak, Sokrates’e göre var oldukları söylenenler dört çeşittir: sonsuz olan, sonlu olan, bunların karışımından meydana gelen ve bu karışıma sebep olan.[31] Sonsuz olan, içinde daha az ve daha çok vasfını taşıyan her şeyi kapsar, çünkü daha az ve daha fazlanın sonu yoktur. Sonlu olansa, eşit ve eşitlik, sayı ve zıt vasıflar gösteren şeyleri kapsar.[32] Sokrates bu ikisi arasındaki karışımı sağlayan şeyin öneminin, karşıtlar arasındaki zıtlığı ortadan kaldıran ve onları nispet, uygunluk, ölçü gibi kavramlarla bir arada var eden bir üçüncü sınıftan söz eder. Bu sınıf, genel anlamıyla, sayıdır ve şeyler arasındaki karşıtlıkları ortadan kaldırarak onları aslında bir anlamda sabitler. Dördüncü sınıf ise tüm bunları meydana getiren sebeptir. Ancak Sokrates, bu dördüncü sınıf üzerinde durmadığı gibi, asıl önemli olan sınıfın üçüncü sınıf olduğunu söyler. Çünkü sonsuz ve sonlu, mantıksal açıdan basit bir ilkeye yaslansalar da (sonsuzca bölünebilme ve özü bakımından bir olma) üçüncü sınıf, yani sayı ve ölçü, diğerlerinden özel bir şekilde ayrılır. Çünkü ölçü, aslında tüm uyum ve bütünü oluşturan şeydir. Dördüncü çeşit ya da tür ise tüm bu şeyleri meydana getiren sebep ya da bir başka deyişle özdür. Benzer bir türetim Sofist diyalogunda da görülür. Varlık, Dinginlik – Hareket ve Aynı - Başka gibi ikilikler üzerinden türetilerek genişlemektedir. Bir’in tüm bu ideaların ve varlıkların birbirlerinden türemesi işleminin sağlayıcısı olduğunu ise Plotinos ileri sürecektir.

Diyalogdaki diğer ve aslında ilk önemli unsur ise Bir ile Birçok arasındaki tartışmadır. Bu diyalogda, Bir meselesi ne Parmenides ne de Sofist’teki gibi ele alınır. Sokrates, haz ve bilgelikle ilgili tartışmasına soyut haz kavramı ve somut hazlar arasındaki ayrımla başlar buna göre haz, haz olmak bakımından hiçbir hazdan ayrı değil, ancak hiçbir haz da bir diğeriyle aynı değildir. Sorun bu şekilde konulduğunda, hazın hem bir hem çok olduğu söylenebilecektir. Ancak burada, başa, yani Parmenides diyaloguna dönmemeyi sağlayan bir şekilde Sokrates, Bir meselesiyle ilgili sınırlı ancak daha önceki tartışmaların birikimini içeren değerlendirmelerde bulunur. Sokrates, Parmenides’te karşımıza Bir kavramıyla ilgili çıkan güçlükleri özetledikten sonra şöyle diyecektir: “İşte Protarkhos, bir ve birçok olmak yolu hakkındaki bu meselelerdir ki iyi anlaşılmadıkları zaman büyük zorluklar doğururlar, fakat iyi anlaşılınca da pek açıktırlar.”[33]
O halde, mantıksal bir gereklilik olarak, bu cümleden sonra beklediğimiz şey, Parmenides’te Bir üzerine ortaya konulan sorun (birin hem bir hem çok, ne bir ne de çok olması) ve bunu mümkün kılan varlık tartışması (yokluğun var olduğu ve hatta var olmasının zorunlu olması) sonrasında, artık Bir meselesiyle ilgili bilmecenin nihayet tamamına ermesidir. Sokrates, çok ilginç bir şekilde, sanki bu kadar tartışma boşuna yapılmış gibi, şu cümleyi edecektir: “Bir ve Birçok, her yerde, her zaman, dün olduğu gibi bugün de her düşüncede bulunur. Hiçbir zaman bulunmamış olmadığı gibi bugün de ortaya çıkmış değildir. Fakat aslında bana kalırsa bu, aklımızın en içten ve ölmez bir vasfıdır.”[34] Dolayısıyla, Sokrates, sorunla ilgili karmaşadan çıkmanın yolunun, “iyi anlaşılınca pek açık olan” bu konuyu aydınlatan unsuru, Bir’in aklın bir vasfı olması, yani şeylerin kendilerinden gelen değil de, aklımızın şeylere uyguladığı bir nitelikten geldiğini söylemesidir. Bu radikal düşünce, diyalogda derinliğine işlenmek yerine sonlu olan ve sonsuz olan üzerinden yukarıda anlattığımız ikinci unsura odaklanıldığından bu nokta spekülasyona açık kalır ve buradan hareketle modern düşüncede görülen bir düşünüşü Philebos’ta bulmuş oluruz. Üstelik bu diyalogda (olgun) Sokrates’in geri dönmüş olması da, Platon’un kurgusu bakımından, son dönemlerin popüler ifadesiyle, “manidardır”. Sokrates, ikinci diyalogda izleyiciydi ve ilkinde de gençti. Bu diyalogdaysa karşımıza her zamanki Sokrates gibi çıkar ve meseleye oldukça hâkim görünmektedir. Hatta 15e bölümünde Bir meselesini tartışmak ve gençlik özellikleri arasında kurduğu bağlantıyla da bu fikri destekler ve Parmenides diyalogunu çağrıştırır.[35]

O halde, burada andığımız son diyalog itibariyle, Platon’a göre Bir her zaman bir ikilik olarak ele alınır. Philebos diyalogunda da sorun Bir olarak değil daima Bir ve Birçok olarak anılır ve dolayısıyla tartışma Bir değil, Bir ve Birçok halini alır. Bu, Bir’in ikiliği olarak okunabilir. Philebos diyalogu itibariyle Bir ve Birçok aklımızın en eski vasfıdır ve tabiat, bunun karşılığı olarak, sonlu ve sonsuzu kendisinde toplamıştır ve var olan her şey de bu Bir ve Birçok’tan çıkmıştır. Dolayısıyla bu sorunun çözülmesi için gerekli olan şey, ilk ideanın bir, birçok ve sonsuz olup olmaması değil aynı zamanda kendinde ne kadar çok idea bulunduğunu kavrayacak düzeye gelmektir. Bu birden sonsuza doğru basamaklı bir geçiş anlamına gelir ve aradaki kavramların tümü tek tek kavranmadan Bir de kavranamaz.[36]
ARİSTOTELES VE PLOTİNUS’A KISA BİR BAKIŞ: PLATONCU BİR KAVRAMI

Philebos’ta oluşturulan ortam, Aristoteles’in Platon eleştirisinin de temelini oluşturur görünmektedir. Aristoteles, Metafizik’in başlangıç bölümünde kendisinden önceki düşünürlerin varlık görüşlerine önemli bir yer verir ve bu yerlerin içinde en önemli yerlerden birisini Platon kaplar. Aristoteles’e göre Platon, Herakleitosçu duyusal şeylerin sürekli bir akış içinde olduğu ve bilimin konusu olamayacakları görüşü ile Sokrates’in ahlaki tümel arayışını sentezledi ve dolayısıyla, bu ahlaki tümeli duyusal olmayan şeyler içinde aradı ve bu tümellere, idealar adını verdi.[37] Aristoteles’e göre Platon Pythagorasçıların da devamcısı konumundaydı ve Elealılar’dan ayrılsa bile onlarla da benzerlikler taşıyordu.
Aristoteles, tam da burada, Philebos’taki soruna temas eder ve Platon’da matematiksel sayıların aracı konumuna dikkat çeker. Buna göre sayı, hem duyusal olmamaları bakımından görünür şeylerden, hem de birçok olmaları bakımından idealardan ayrılırlar. İdealar her şeyin nedeni olduğuna göre, onların öğeleri her şeyin öğeleridir ve ideaların maddi öğeleri daha büyük ile daha küçükken, Bir-olan tam da formel nedene tekabül eder. Formel neden, en genel anlamıyla, “form veya model, özün ve cinslerin tanımı, tanımın içinde bulunan kısımlar” olarak tanımlanır.[38]

Plotinos ise Bir sorununu Bir’i varlığın ötesine taşıyarak çözmeye çalışır. Buna göre Bir, varlığın da ötesinde, varlığın kendisine göre var olduğu bir tür varlık üreticisidir[39]. Gerçekten de Bir’i bu şekilde tanımlamak, Aristoteles’in formel neden tespitiyle paralellik taşır. Ancak, Bir’in varlığın ötesinde, özün ötesinde olması mümkün müdür? Eğer bu doğruysa, Bir’in kendisi varlık olmamayı nasıl başarır ve eğer başarsa bile, nasıl olur da tek olmayı sürdürebilir? Aslında Plotinos’un Bir kurma çabasının Platon’un genel olarak tariflerini koruduğu ve Aristoteles felsefesinin eleştirilerine yanıt vermeyi hedeflediği söylenebilir. Gerçekten de kitap boyunca Parmenides ve diğer Platon diyaloglarındaki Bir tarifleri tartışılır. Ancak oluşan Bir’in Platon’un Bir’i olduğu tartışmalıdır. Zira Plotinos Bir ile Zekâ arasında doğrudan bağlantı ve özdeşlik kurarken[40], Platon’un Philebos’unda Bir, Birçok ile birlikte aklın bir vasfı sayılır ancak kendisi ile bir tutulmaz. Üstelik diyalogun sonunda da iyilik bakımından bilgeliğin kendi başına iyi olmadığı, ancak bir başka şeyin ardından iyi olduğu da belirtildiğinden, Plotinos ile Platon’un Bir’i arasında doğrudan bir özdeşlik kurmak ve Plotinos’un Bir’i başarıyla sabitlediğini söylemek tartışmaya oldukça açık bir hüküm olacaktır. Philebos diyalogunun sonunda Sokrates, birinci iyinin ölçülü olmak olduğunu söyleyecektir.[41] Ölçü sonlu ile sonsuz bir başka deyişle Bir ile Birçok arasındaki geçişi ve düzeni sağlayan birim olarak, güzelliğin, erdemin ve iyiliğin kesişimi olarak anlaşılabilir; Plotinus’ta ise Bir, tüm varlığın ve ideaların olduğu gibi, iyinin de temelidir. Bu anlamda, Plotinus’un Bir anlayışının, Platon felsefesinin mantıksal sonuçlarına ilerletilmesi olduğu söylenebilirse de Bir’in her şeyin temeli olduğunu söylemek için Platon’dan daha fazla kuramsal nedene sahip olmadığı gibi, Sokrates’in ağzından işittiğimiz Bir’in aklımızın bir vasfı olduğu düşüncesi Bir’i sorun olmaktan çıkarır. Bu, bütünün, ideaların ve özellikle de iyinin bilgisi olmadan[42], Platon’a göre, Bir’in ve tüm diğer şeylerin bilinmesini imkânsız kılar. Ancak Plotinos’un Platon yorumu, Bir’i iyinin yerine ve önüne koyarak onu ideaların ideası haline getirir. Üstelik bunu, Platon’un tartışmalarında karşılaştığı güçlüklerden kurtulamadan yapar. Örneğin, ona hiçbir adın uygun olmadığını, ona sadece ad vermek için ad verdiğimizi söylediğinde[43] ya da “Bir ile özdeş olan….”[44] gibi tanımlamalar kullandığında, zaten çözülmüş olan bir problemi (aklımızın bir vasfı olarak) yeniden çıkmaza sokmaktan kurtulamayacaktır. Üstelik, ideaların birbirlerinden türetilmeleri, nesnelerin idealardan pay aldığı savını da açıklamamaktadır.


BİR SORUNU VE PAY ALMA MESELESİNİN ÖZDEŞLİĞİ VE PLATON’UN BATI FELSEFE TARİHİNDEKİ ÖNEMİ

Platoncu Bir’in üç yorumuna işaret ettik: Birincisi, Platon’un Sokrates’in ağzından Elealılarla tartıştığı ve nihayet kendi fikirlerini açıkladığı, dolayısıyla Platoncu Bir kavramıydı. Platon için Bir, tüm mantıksal zorluk ancak diyalektik tutarlılıkla yarattığı sorunların ardından, Parmenides’in ilahi küresinin yerine aklın en eski ve değişmez bir vasfı olan ve her düşüncede var olan bir Bir koymuştu. Platon Bir’in bu tanımını derinlemesine işlemeden bıraktığından, aklın varlık üzerinde uyguladığı bir prosedür olarak Bir düşüncesinin olası diğer sonuçları üzerinde durmamız halinde, örneğin ideaların varlığının neden yine aklın bir vasfı olmaktan ibaret olmayacakları gibi, Platon’un tüm felsefesini tehdit edecek düzeyde çetrefilli sonuçlara ulaşma potansiyeli taşımaktadır. Bir sorunu ile İdea sorununun bu birlikteliği aynı zamanda İdealar ile birlikte ele alındığında, sorunun rahmi Parmenides diyalogunda olduğu gibi, tartışılan bir paralel soru daha ortaya çıkacaktır: Peki, şeyler İdealardan nasıl pay alır? Bu sadece Parmenides’in diyalogun ilk bölümünde yönelttiği kavramsal soru değildir. Pay alma meselesi, aynı zamanda Bir’in Çok olanla ilişkisidir. Çok olan şeyler, Bir olan şeylerden nasıl pay alır? Aslında tartışılan şey sadece kavramsal bir Bir değil, Bir’in nasıl olup diğer şeylerden pay almayıp da onlara pay verdiğini ve bu esnada Bir olarak kalabildiğini açıklamaktır. Bu nedenle, pay alma meselesi açıklanmadan Bir’i açıklamak mümkün değildir. Bu nedenle Philebos diyalogunda Sokrates, bize Bir’e ulaşmak için kavranması gereken bazı başka aracı kavramlar daha olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla, Platon’un İdealar Kuramı’yla ikiye ayırdığı varlık alanı, Bir kavramıyla onun karşısına çıkmış, Platon bu karşılaşma anında dönüp kendisine bakmıştır: Bir, aklın bir vasfıdır. Ancak, Bir’in aklın bir vasfı oluşunun yorumu konusunda hiçbir şey söylenmemektedir. Bunun için İdealar Kuramı’nı canlı tutabilmek için gerekli olan şeyi, pay alma meselesini iptal etmemeyi sürdürür. Çünkü bu İdealar Kuramı’nın çökmesi anlamına gelecektir. Bu yüzden, bir anlamda, Kant, Hegel, Schopenhauer, Nietzsche ve hatta Foucault[45], Derrida[46] gibi birçok düşünürün Platon’un bu yargısına farklı yanıtlar verdiklerini öne sürebiliriz. Burada Platon, karşımıza çok ilginç bir felsefi karakter olarak çıkar. Sorunu ortaya atmış, ancak yorum yapmamıştır. Tıpkı diyaloglarında hiç konuşmayıp, hocası koca Sokrates’i konuşturması gibi. Platon, bu anlamda kendisinden sonraki Batı aklının sorununu ortaya koymuş bir peygambere benzemektedir. Bir anlamda, kendi öğretisini kurban vererek, Batı Aklı’nın uğraşacağı sorunu belirlemiştir. Bu anlamda Platon, felsefenin İsa’sıdır, çarmıha gerilenidir ve Nietzsche’nin felsefi Christ’ıdır.

Aristoteles, Platon’un İdealar Kuramı’nın yol açtığı zorlukları oldukça açık bir şekilde sıraladıktan sonra, çok önemli bir yargıda bulunur: Bir-olan, idealar için formel nedendirler. Aristoteles, iki bakımdan çok iyi bir Platon öğrencisidir: Birinci olarak, Platon’un İdealar Kuramı’nı eleştirse bile onun bu kuramla geliştirdiği öz düşüncesini kendi ousia düşüncesine taşımıştır. Platon’da İdea neyse, çok da büyük modifikasyonlara tabi kalmadan, ousia kavramı da temel olarak Aristoteles için odur. İkisi de asıl/varlık olarak varlıktır ve asıl bilinmesi gerekendir. İkinci olarak, Platon’da iyi erektir ve Aristoteles, bu düşünceyi kendi teorisinde iyi olan ereği bizzat ousia’nın nedenlerinden birisi olarak varlığın içine taşıyarak aslında pay alma meselesindeki başarısızlığa uğrayan temel bir iskeleti, kendi çalışmasının iskeleti içine oturtmuş ve bu iskeletle belki de kurulması gereken yapıyı inşa etmiştir. Aristoteles, adeta, Platon’un bilinmeyenler/olmayanlar üzerinde ve ona göre şekillenmiş bir biçimde kullandığı akıl yürütme tarzını,, var olanların ‘içindeki’ bir ousia üzerinde yürütür. İki düşünür arasındaki bir diğer önemli benzerlik de form/şekil kavramıdır. Platon’da İdealar varlık şekilleridir ve Aristoteles de tam da bu nedenle sayıyla olan ilişkisini de tespit ederek ideaların formel nedeninin Bir-olan olduğunu söyler. Bu önerme, Platon’un aklın bir vasfı olarak Bir düşüncesiyle çelişmez; ancak onun işlevini belirler. Bu anlamda Bir, idealar, eğer onlar aklımızın dışında varlıklarsa, ideaları biçimlendiren şeydir ve dolayısıyla ideaların ideasıdır. Ayrıca, form ve formel nedenin Aristoteles’in nedenler öğretisi ve ousia açıklamasında oynadığı rol de en az Platon’un İdeası kadar hayati bir nitelik taşır. Form, Aristoteles’te sadece biçim olarak karşımıza çıkmaz, hem biçim hem de maddenin içinde var olan gizemli ve ikili bir karakter taşır.

İlginç olan şey, Plotinos için de Bir’in benzer bir rol oynaması ve İdelar’ı biçimlendirmesi, idealardan önce gelerek, varlık üreticisi bir rol oynamasıdır. Bu, Aristoteles’in formel neden olarak yorumladığı aynı işlevin, bir başka şekilde ifade edilmesidir. Bir-olan, belki İdealar’ın fail ya da ereksel nedeni değildir, böyle olsa şüphesiz çok daha açıklayıcı olurdu; ancak yine de bir nedendir ve yine de varlık üretmeye muktedir tek kavramdır. Plotinos, bu bakış açısına dayanarak, Bir’i aklın bir vasfı olarak nitelemenin ötesinde Zekâ’yla özdeş tutarak Platon’un çarmıhta terk ettiği bedenine adeta pansuman yapmak istemektedir. Ancak, Plotinos da katılma ya da pay alma meselesini açıklamaz. Onun da açıklamaya çalıştığı, Platon’un son diyaloglarında yaptığı gibi, daha çok varlık türetiminin mantığını açıklamaya çalışmaktır. Ancak bu türetim, pay almanın yerine önerilse de belli bir oranda ilk ideaların birbirlerinden nasıl pay aldığını gösterse de idealarla şeylerin arasındaki pay alma ilişkisini açıklamaz. Sadece Bir’in varlıkları nasıl ürettiğini ve iyi, akıl gibi önemli kavramlarla olan ilişkisi üzerinde durur. Eğer Platon’un Bir kavramının kudreti karşısında pay alma meselesini çarmıhta bıraktığını kabul edersek, Plotinos’un ona pansuman yaptığını ancak Aristoteles’in cesedi gömmeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Platon’a dönecek olursak, özetle Bir, evet, aklın bir vasfıdır. Ancak bu yanıt sorunu çözmemektedir. Soru hâlâ cevapsızdır: Peki, Bir aklın bir vasfıysa, pay alma ilişkisi nasıl düzenlenmektedir? Bir’in Platon üzerindeki yıkıcılığı yokluğu değil, varlığıdır. Çünkü, pay alma sorunu, yani İdealar sorunu Bir karşısında önemini ve değerini bitirmiştir. Hakikat ve de bütünün bilgisi, ancak Bir’in bilinmesiyle ortaya çıkacak ama Bir’in bilinmesi için de aradaki sonsuz kavramın bilinmesi gerekir. Gerçekten de Bir, bir çevrelemenin son halkası olarak düşünülür gibidir. Bir de bilindiğinde çember kapanacak, her şey kuşatılmış olacak, bütünün bilgisine ulaşılacaktır. Ancak şimdi, Bir bilinmesine rağmen, çember kapanmamakta aksine daha büyük bir yarıkla dağılmaya başlamaktadır: Şeyler, İdealardan, İdealar da Bir’den nasıl pay alır?


SONUÇ

Platon’da Bir sorunu, bir ikilik düzleminde ortaya çıkar: İdealar ve görünür varlıklar. Bir, ilk olarak bu iki ayrı dünyanın arasındaki ilişki sorunudur. Görünür nesnelerin dünyası çelişkiler ve oluşla dolu olduğundan orada Bir’in bir çıkmaza dönüşmesi mümkündür. Ancak değişmez ve kendinde varlıklar olarak idealar arasında Bir, bir sorunsal olarak karşımıza çıkar. Bir hakkındaki diğer ikilik, Bir’in ne olduğundan hareketle karşımıza çıkar ancak yapılan tanımı karşılayan bir Bir sabitine ulaşma konusunda yukarıda özetlediğimiz güçlüklerle karşılaşılır. Dolayısıyla bu iki ikilik üzerinden tanımlanan Bir, hem bir hem çok ne bir ne çok olarak ifade edilir ve bu ifadenin mantıksal temeli, yokluğun varlığıyla kurulur. Bu mantıksal temel kurulduktan sonra da Bir’in kökeni aklımıza ait ve üstelik en eski vasıf olarak tanımlandıktan sonra çizilen çerçeveyle Bir tanımlanmış olur. Ancak idealarla görünür nesneler arasındaki pay alma, katılma, ilk örnek ilişkileri tam olarak açıklanamadığından Bir meselesi de çözümsüz, en azından ucu açık kalmaya mahkûm kalır.

Bu anlamda, Platon’daki Bir sorununa verilecek en kapsamlı yanıt, Plotinos’un yanıtıdır. Bir, ancak varlığın ötesinde, onun üzerinde etkin olarak var olabilir. Asıl varlıklar da idealar olduğuna göre Bir’in varlık alanına idealar üzerinden tesir etmesi beklenmelidir. Burada Bir’in varlığının kaynağı sorulabilirse de, Platon’da ideaların neden var olduğunun hiçbir zaman sorulmadığını düşündüğümüzde bu soru da askıya alınabilir. O halde Bir, Platon felsefesi içinde varlıkları, hatta ideaları, biçimleyen bir kavram olarak ele alınabilir ya da Platoncu felsefe açısından en tutarlı Bir kavramının bu şekilde elde edilebileceği savunulabilir. Böylece, çözümsüz olanın Bir değil, ancak pay alma meselesi olduğu, bu nedenle Bir sorununun da çözümsüz gözüktüğü söylenebilir. Ancak açık olarak, yukarıda ele almaya çalıştığımız üç diyalog açısından, Platon’un özgün felsefesinde tercih edilen yol, bu yoruma açık kapılar olsa bile, bu değildir. Platon sorunu bir ikilik olarak çözmüştür: Hem bir hem çok, ne bir ne çok. Philebos’ta ise Bir sorunu her zaman Bir ve Birçok sorunu olarak anılır.

O halde sorulması gereken soru, Platon’un Bir meselesini neden Plotinos’un ele aldığı tarzda ya da ideaların ideası türünde bir formülle ele almak yerine, kendisine aykırı görünen ve oldukça da tuhaf görünen bir ikilikle sorunu çözmeye çalıştığı olmalıdır. Bunun yanıtını, Platon’un söz konusu ihtimalleri görmemesiyle açıklamak elbette olası olsa da yanıtı burada değil de bu yanıtı vermesinin felsefesi üzerinde yol açacağı etkiyi aramak felsefi açıdan daha bereketli/verimli bir yöntem olacaktır.

Platon’un Bir kavramını sorun edinmesinin tarihi bir arka-planı vardı. Herakleitos – Parmenides tartışması iki kutuplu bir alan oluşturmuştu: bir yanda Bir ve diğer yanda akış. Parmenides, Herakleitos’u “iki başlı”[47] olarak nitelendirirken, varlığı ve yokluğu birlikte değerlendirmekle suçluyor ve katı bir mantıksal rejimle bu olanağı reddediyordu. Ancak Platon, kendisini Parmenides geleneğine ne kadar yerleştirmek isterse istesin, tüm felsefi özgünlüğü ve özelliğini bir ikilik oluşturmaktan alıyordu: İdealar ve görünür nesneler. Platon felsefesini önemli kılan da buydu. Örneğin anımsama kuramını, Pythagorasçıların ruh göçü kavramından önemli kılmak, felsefe tarihinde güçtür. Ancak varlığı bir ikilik olarak kurduktan sonra Bir’i aramaya koyulduğunuzda yapabileceğiniz şey ikiyi Bir kılmak değil, Bir’i ikiye bölmek olacaktır ve bu Platon’un bir anlamda felsefi kaderidir. Metinlerini kendisinin olmadığı bir diyaloglar serisi olarak kaleme alan ve kendi teorisi üzerine düşünen bir düşünür olarak Platon için bu ikilikçi kader, hiç de tesadüf değildir.

Platon’un Bir tartışmasında ilginç olan, tüm karmaşa ve önerilen tuhaf ikilik halindeki bir kavramına rağmen Bir nosyonundan hiç vazgeçilmemesi ya da onun sayı olan Bir’le sınırlanmamasıdır. Tanımlanamaması ya da tanımlansa dahi bu tanımların sürekli kendileri ve/veya gerçeklikle çelişmelerine rağmen Bir kavramı hiç terk edilmez ve ısrarla ona dönülür ve bu tavır, yokluğu dahi varlığa tabi kılmaya kadar götürülür. Ancak Philebos’ta Sokrates’in ağzından Bir sorunundaki tüm bu tuhaf uyuşmazlığın nedeninin “oluş ve bozuluşa tabi olmayan şeyleri birer birlik saymak”[48] olduğu söylenir ve “Bir ve Birçok” birlikte anılır. Burada şeylerin ideaları Bir’i, kendileri Birçok’u, bunlar da tabiatta her şeyin kendilerinden ölçü-sayı yoluyla türediği sonlu ve sonsuzu temsil ederler ve kökensel olarak, akli işlemlerdir. Bu anlamda Platon felsefesinde olmayan şey Bir değil, Birlik’tir. Birlik yoktur, ikilik vardır. Birlik, varsa bile, ancak bütünün bilgisiyle ulaşılabilirdir ve fakat ideaların bilgisine erişemeden bu birlik kurulamaz. Ancak sorun da burada başlar: İdeaların bilgisine ulaşılamaz. Sokrates’in orta terimlere yaptığı vurguyu da buradan anlamlandırabiliriz: İdeaların bilgisine ulaşmadan söyleyeceğimiz her söz, Bir için erken olacaktır. Çünkü bu bilgi olmadan göründüğü kadarıyla Bir, İdea’dan önce gelir. Ama bu önce geliş, tümüyle bilgisinden mahrum olduğumuz ancak diyalektikle kestirmeye çalıştığımız bir bilgi türüdür.














Kaynakça
Aristoteles, Metafizik, Çev. Prof. Dr. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, 2010
C.K. Ogden, Plato and Parmenides, gan Paul, Trench, Trubner & Co., 1939
Eflâtun, Philebos, Çev. Mehmet Karasan, MEB Yayınları, 1997
Eflâtun, Sofist, Çev. Sabri Esat Siyavuşgil, MEB Yayınları, 1989
Platon, Devlet, Çev. Sabahattin Eyüboğlu – M. Ali Cimcöz, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010
Jacques Derrida, Platon’un Eczanesi, Çev. Zeynep Direk, Pinhan Yayınları, 2014
Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, 2001
Platon, Parmenides, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 2011
Plotinus, Enneadlar, Çev. Zeki Özcan, Asa Yayınları, yıl belirtilmemiş
Walter Kranz, Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, 1994






[1] Platon, Parmenides, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 2011, s. 70, 160 d
[2] Eflâtun, Sofist, Çev. Sabri Esat Siyavuşgil, MEB Yayınları, 1989, s. 60, 244 e
[3] Platon, Parmenides, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 2011, s. 13, 130a
[4] A.g.e. S.14, 130b
[5] A.g.e. S.14, 130c-d
[6] A.g.e. S. 21, 134 e
[7] A.g.e. Sf 15, 130 b
[8] A.g.e. s.15, 130 b
[9] Buradaki kapatmanın biçimiyle, 11.01.2014 tarihli derste tartışılan Sofist diyalogundaki dışarıdan çevreleme arasında bir bağlantı da kurulabilir
[10] Bu argümanın bir örneği için bkz. C.K. Ogden, Plato and Parmenides, gan Paul, Trench, Trubner & Co., 1939, s. 83
[11] Platon, Parmenides, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 2011, S. 16-17 132a ve b.
[12] Buradan hareketle, Sokrates/Platon’un “anımsama” düşüncesi tartışılabilir. Eğer ideaların kaynağı düşüncemizse, bu durumda bizim onları anımsadığımız düşüncesi güç kazanır. Ancak Parmenides’in eleştirisinin, yani bu durumda anımsanan şeylerin nereden geldiği sorununun, ideaların Bir oluşuna bir çelişki oluşturması kabul edilirse, anımsama düşüncesi tümüyle geçersizleşmese bile önemini yitirir: anımsadığımız şeyin kaynağı nedir?
[13] Platon, Parmenides, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 2011, S. 18, 132 e – 133 a
[14] A.g.e. 14, 130 b - d
[15] A.g.e. S. 19, 133 d
[16] A.g.e. S. 23, 136 a
[17] A.g.e. S. 25, 137 c
[18] A.g.e. S. 69, 160 b
[19] A.g.e. S. 34, 141 e
[20] A.g.e. S. 35, 142 b
[21] A.g.e. S. 61, 155 e
[22] A.g.e. S. 63, 157 b
[23] A.g.e. S. 63, 157 b
[24] A.g.e. S.65, 158 c
[25] A.g.e. S. 69 160 b
[26] A.g.e. S. 69 160 b
[27] A.g.e. S. 75 163 b
[28] A.g.e. S. 75 163 c
[29] A.g.e. S.79, 165b
[30] A.g.e. S. 81, 166b
[31] Eflâtun, Philebos, Çev. Mehmet Karasan, MEB Yayınları, 1997, s. 41, 27 c
[32] A.g.e. s. 36, 25 a
[33] A.g.e. s. 17,15 c
[34] A.g.e. S. 18, 15e
[35] A.g.e. s. 8, 15e
[36] A.g.e. s. 20, 16 e.
[37] Aristoteles, Metafizik, Çev. Prof. Dr. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, 2010, s. 108, 987 a 30, 987 b 5
[38] A.g.e. s. 236, 1013 a, 25 -30.
[39] Plotinus, Enneadlar, Çev. Zeki Özcan, Asa Yayınları, yıl belirtilmemiş, s. 21
[40] A.g.e. s. 21
[41] Eflâtun, Philebos, Çev. Mehmet Karasan, MEB Yayınları, 1997, s. 127, 66 a
[42] Platon, Devlet, Çev. Sabahattin Eyüboğlu M. Ali Cimcöz, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, s.222, 506 e
[43] Plotinus, Enneadlar, Çev. Zeki Özcan, Asa Yayınları, yıl belirtilmemiş, s. 87
[44] A.g.e. S. 99
[45] Fransız düşünürün Kelimeler ve Şeyler isimli kitabı doğrudan Aynı – Başka rejimlerini dönemselleştirmekte ve dolayısıyla kaçınılmaz olarak soyut teorilerle somut ve düzenden yoksun gerçeklik arasında birliğin Rönesans, klasik ve modern “episteme” dönemleri içinde nasıl sağlandığını anlatır. Bu anlamda Kelimeler ve Şeyler Platon’un Bir sorununa paralel bir şekilde okunabilir.
[46] Derrida Platon’un Eczanesi isimli eserinde Platon’un yetkin bir yorumunu yaparken doğrudan Parmenides ve Sofist diyaloglarına gönderme yapmakla kalmaz; aynı zamanda differance terimiyle de bir anlamda Bir ve Çok arasındaki ilişkiyi niteler. Differance, Bir’den Çok’a geçişteki akışkanlık, kayganlık ve ele geçmezlik olarak okunabilir.
[47] Walter Kranz, Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, 1994

[48] Eflâtun, Philebos, Çev. Mehmet Karasan, MEB Yayınları, 1997, s. 16,  15a

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Suruç’a Ağıt

Temmuzun yirmisinde kabristanlar dipdiri genç ölülerin cesetleriyle dağlanmış bir ülkenin ovaları görmek konuşmak düşünmek söylemek yasa...