26 Aralık 2021 Pazar

Ortaçağ Tezleri

Çar da geldi sen hâlâ yoksun

Neredesin Dostoyevski

hâlâ yok Naçayev ve bal gibi de

yürümeye benziyor devrim

Aleksandır Nevskiy’de

Şöyle eni konu bir kasvet akşamında

Bir balkonu ikna etmek gibi intihara

Beden terapisi, tuhaflıkların raksıyla tutuşmuş

Bir de bakmışsın akşam henüz bitmeden

Balkon seni ikna etmiş yaşamaya

Neredesin griliğin atası -

ey mucid-i reng

nerede

benden bir harf silecek olan kırk bin yılın bilgesi

sana sarılıp ağlamanın sana sarılıp ağla-

manın bir yurdun sırtını

neredesin Dostoyevski nerede paltosunda

Sibiryalar taşıyan kahraman cehenneme

Sararmış istasyonlar kalkmış, Pekin parıltısı gözlerimizde ışıyor

Portakallı ördekler süslüyor halkın iştihasını- halk, acılarımızın ortak çeşmesi

bu bizim acı çekmek için uydurduğumuz bir halt, değil mi Dostoyevski

Belgrad’dan İstanbul’a kalkan trende sapsarı bir çocuk ışıldıyor

Gökdelenler yükselmiş ölü işçilerden

Hakime polise zam imama hocaya zam, aleviye korku ermeniye linç

Kürde umut işsize kömür işçiye bir ölüm bir ölüm daha sonra kurşun herkese

Sanatçıya ekran okur yazara medya hakikate mağara şaire duvar domuz bağları kapısında

Haydarpaşa yakılmış, düşün ki Aziz Peder’in şehrini müminler yağmalamış

açmış ağzını sonuna kadar yüz yıllık mağara

suyunda tifo, kapısında salgın hastalık, soyunda kırım,

Uzun kuleler yükseliyor ölülerden uzun kuleler yükselecek ölülerden

Şengal’de İsa’yı doğruyorlar uzuvlarına bir incecik direniş

İki vakitte öğreniyor çocuk neymiş mezardan, polisten ve ezandan korkmak

bilmezlikten geliyor Tarih denen sümüklüböcek

bizim ağlamalarımızın bir mutfakla kardeş olduğunu

Senin kimseye benzemeyen çelik zırhının karşısında

verişini o yarasını sırtından hiç çıkarmayan çocuğa

senin kötülüğün saplarını soyarak pişirdiğin yemek

anlaşılmadı Dostoyevski, anlaşılmadı neye yarar pişmanlığın sapı

kimse bi bok anlamadı senin kalbimize günahlarınla diktiğin çarmıhtan

kimse anlamadı kurulu tezgâhı iyi olmaktaki- yetmediler iyi olmaya çünki

Çarrr da geldi Dostoyevski, sen hâlâ yoksun

Katillerimizle barışmak bize yetmedi

deve sırtıyla yarışıyoruz çünkü yükte

Ebedi Koca olmayı göze alamayışımız

Çünkü doğrarken halk karısını tezgâhta

Aleksandır Nevskiy bulvarında yürümeye benziyor devrim de pekâlâ

Üstelik suikastten korkuyor Çar

Çevirmeler başladı, adım başı kimlik kontrolleri

Otomatik silahlar, sirenler ikiyle çarpıyor bölçümüş algımızı

hoyrat akşamüstleri battı, akşam hiç batar mı,

doğdu tekinsiz gece, gece hiç doğar mı

hınç, intikam ve kindar cüce

Her şey hazır, herkes hazır kıyılacak mahşere kaldı – belki de mahşer kopmakta haklı

Neredesin Dostoyevski, kapısında kırmızı işaretler en gizli Ortodoksların

neredesin ha uzun uzadıya bağırırken Kiremithane’de bir kanhoş

Bir şiir yeniden hunhar çalar Macar barında

Uykunun ıslak gözlerini kapatıp

Bir mobilyaya benzemekliğin

Hesabını sorar sorar da sığdığımız hayatlara

Yastıksız uyunmuyor Fyodor

böyle portmantosuz bir kendimek

Alıp giyiyorum, alıp giyiyorsun, alıp giyiyorlar, alınıp giyiniliyor

nasıl da başarıyor insanlar gelip ortaçağlarında durmayı

İşe aç karnına gidilmiyor olsa gerek, her akşam haşlanmıyor makarna

çok fena çarpıyor olmalı elektrik faturasıyla intihar arasındaki rabıta

Solcu evlerde solcu televizyonlar solcu sehpalarda

Adım adım yaklaşıyor bir usta sessiz

Pek ala yürümeye benziyor devrim Aleksandır Nevskiy bulvarında

herkes Pirus’unda kendi zaferiyle baş başa, bırrak, vıraklıyor

Susu

yorum Dostoyevski, geliyorum tragedyalara bakmaktan, si, la cliché

bir kuyunun ağzı sonunda duyduğum - bir uykunun boğazı

ve değil midir ki bir kuyunun boğazıdır arzın suyunda her uyku ağzı –başım dönüyor

bir duygu etmiyor bildiklerim ve duygularım yetişmiyor bildiklerime, bilmek hiçbir boka yaramıyor

Fyodor senin de bildiğin gibi bilmek bir rende delirtecek üstelik beni bu kıyam inceliğiyle

Diyeceğim şu ki

Kimse devirmiyor vazoları artık şölenlerde

benim sapsarı ışıldayan güneşli çocukluğumdan başka

Ya benim ya benim böyle bağırmak için olmuşluğum

Kim boğmuş beni yazlarımı hep uzaklara taşıyan kamyonların egzozuna

Ne zaman bitecek bu hadsiz özlem ne zaman bitecek bu düzelme - ne zaman çıkacak hafızamdan babamın almadığı oyuncak kamyonet, niye bunlarla doluyum, insan nedir ki Dostoyevski aklında dönüp dolaşan şeyden başka? Ben bir uğultuyu işitmeyim belki de bu bir uğultu olmaktan bile başka

Nereye uzatacağım ayaklarımı Dostoyevski nasıl güleceğim duymazlıktan bütün bu susmaz kuyuları şu eşyasızlıkta, ne zaman ben de onlar gibi olacağım, ne zaman savuracağım sırtımdaki kocaman kayayı – param olunca mı? Öyleyse oturup bizim Çar'a da bir mektup yazmalı! Affet bizi yüce, görkemli haşmetmeapları!

Yine kırıyorlar halkı Dostoyevski tünelin ucundaki meşhum ışık aşkına!

bir de hiç takatimiz yok masadan kalkmak için

de

bu saat oldu, sen neredesin?

Garson, nerede ulan masa?

Garson nerede…

Ben neredeyim?

Ah ben tuzlu bir geceyi böyle kesiltili bir işemeyim

 


Not: Ecinniler dergisinin 8. sayısında yayımlanmıştır

 

19 Ağustos 2021 Perşembe

Michael Hardt'ın Afganistan değerlendirmesi


Afganistan’da olanlar korkunç ve trajik. Bizim İmparatorluk’u yazarken ki başlangıç noktamız ABD’nin artık bir emperyalist güç olmaya yetecek kadar güçlü olmadığı, küresel olanın üzerinde artık hegemonya uygulayamayacağı vb. şeylerdi. O dönem bunları söyleyen sadece biz değildik. Sanırım özellikle Giovanni Arrighi’den söz edebiliriz.

Ayrıca ABD’nin 2001 ve 2003’teki ABD işgal ve istilalarını proteste etme konusunda çoğumuzun tavır aldığını da hatırlıyorum. O dönem ABD eylemlerinin sadece ölümcül hatalar olmakla kalmadığı hatta Bush ve şürekâsının emperyalist fantezilerine rağmen başarısızlığa mahkum olduğu açıktı. 20 yıl sonra haklı olduğumuzu bilmek büyük bir konfor sayılmaz.

Bu yaşanan uğrağın İmparatorluk’un yeni bir aşamasının açılışı olarak yorumlamak mümkündür ancak bunu açık olarak kavramak biraz zaman alacaktır.

 Michael Hardt


10 Ağustos 2021 Salı

Nil'e Evet Baladı

İşte benim evet deyişim

Bir kırlangıcın su içişi dudaklarımdan

Ürkek bir piyano tuşu

Nil’e tuttuğum fener

Bir vazonun devrilişi durmadan

Erdiğim huzur vardığım ağaç

İşte benim evet deyişim

 

Kadife perdeler gece trenleri

Mülteci sirenleri yangınlar ve musilaj

Katiller üşüşmüş rüyama muşambadan

Tanıyorum birini ansızın, uyanıyorum

İşte benim evet deyişim: Derisi yüzülen derviş

Zahar mıydı yoksa Sancho Panza mı

Tanıyorum birini ansızın, utanıyorum

 


4 Temmuz 2021 Pazar

Devrim Kapısı

Gözlerini yetmediğin iklimlere açacaksın

yok yollara itecek seni itirazın kara yazgısı

kaygıyla coşkunun aşkın yataklarından

sebebin hissine akacaksın

ilk liman geride kalacak

loş ışıklara kızıl seslerle dokunacaksın

uykuların kovulacak geceden

incelen sevgilerden irin akacak

kilitten bahçeye yarım mısra

içinde bir yerde haykıracak

geçtiğin yollardan bir kez daha

alazla sevilen karın karık tenli rüzgarın

gamalı tarih haçlarıyla kalbi deşilmiş düşüdür

siyah bir beyaza dokunsa ilk önce gül sızlar

gül gölgesinde ağlasa beyazlığından utanır kara


Usul uyur usul akar sessizlikken zaman

ağır ağır yanan izini bırakarak

gizin ardındaki merak gençlikten geçer soru

biriken ve hayatın karşısına dikilen hata

cevap aramayan bu sorudur

zafere büyüyen ergen anlam eksik söz

karşılık bu soruyla başlar

öğrettiklerini bizden öğrenmiştir hayat

kekre sözlerle cehenneme büyür

karanlık bir yüzün esrarını aralar söz

büyüsüne yangınlar yürür

anda iğretidir zaman

sırla yaralı cehennem

bahçeden bahçeye kapılar vurur

söz kendini açmayabilir

ay yine de başkadır yürümenin yolunda

geçersin sanrı adresini bulur

 

Korku ve bağlılık kalacak dünden

taze adımlarla eskiyen sokaklara

başladığın yerden sapa kuytuda

yalnız bir adam belirecek ufkunda

rüyalar sıradan günler dağınık

kapısından girdiğin ev fazla kalabalık

başkasının sesinden konuşacaksın hayatla

hava yeşil toprak kara su kusmukta kan

ölümün üç rengi üstündedir

batının doğusunda yeniden yazılır şiddet

ve tersten: düşmanla güçlüdür devler

rıza! Yalanlara küçülür dil

açlık besler ölümü

hayat yaşamaktan vazgeçer

her susuşta bir umut devrilir

alkol damarlarda intihar habercisidir

acıları yanık kokan ülkede devrim

o esrarlı ince yüz

al kanda yeşeren kudrettir


Avına yetmeyen avı kısıldı kendi kapanına

yüreğimizde adressiz ceylanın ayak izleri

kurşunsuz devrim şarapsız mahzen gibidir


Ben o ince yüzün ardındaki esrarı

bir-mayıs sabahının çokluğunda anladım

iki ölümün ucuna gerilmiş hayatımız

söylenmiş bir sözün etrafında salınmaktadır

bir umutla bin kapı açılacaktı

bir şarkıyla bin bir giz

kendimiz için istesek dünyayı alacaktık

anlam bu kuytu sapakta belirir

devrim hayata sorulan kimliktir

 

Ben bir başkasıdır ama kim

yol öğrendikleriyle yeniden başlar

yenilen her devrimde içine kanayan bir gül açar

avuçlarımda susan bir ses avuçlarımdan kayan bir ses

uçurumlardan düşen bir ben

neydi niyeydi

kaldırımlarda gezinen gölgenin

yüz çevirdiği kara kehanet

hep yenilgilerden çıkan eksik anlam

kimeydi başkalarının yerine kazdığımız mezar

hangi karanlıktan devşirmeydi içimize uzanan gizil iktidar

 

Yaralı bir tarihin atsız ve kavimsiz çocukları

haritalardan kovulmuş hiçbir coğrafya

yitik bir anlam kadar kanamadı

birbirini kokusundan tanır iki soylu kan ve devlet

kırk odasında kırk yara birden

içimize aynı kapıdan girdi

şimdi: tarih her düşten payını alır

yüzümde sabahın ıslak tüyleri anlam kandan arınır

ki andan sonrasıdır zaman devrim yeniden yazılır

30 Nisan 2021 Cuma

Gurur Çiçeği*




* Yukarıdaki fotoğraf 1900′lü yılların başında, Belçika Kralı II. Leopold’un Afrika’daki sömürgelerinden biri olan Kongo’da, bir din adamı tarafından gizlice çekilmiş. Aşağıdaki şiir de o fotoğrafa bakarak yazılmıştır.


Fotoğraftaki adam, kendisi gibi köle olan ve yeterince kauçuk toplayamadığı için cezalandırılan 5 yaşındaki kızının kesilen sol eli ve sağ ayağına bakıyor. Bu korkunç fotoğraf 1885 ve 1908 yılları arasında Kral Leopold’un Afrika’daki hakimiyeti süresince işlenen 5 milyon cinayet ve sayısız işkenceden sadece birisinin tanığı ve Kral Leopold’un, Afrika’da sahip olduğu topraklardan elini çekmesi ile sonuçlanan medya tepkisini başlatan belgelerden birisi. 


Gurur Çiçeği

Kestiler kara elini kara derili kızımın

kara gözlerine baka baka kara ayaklarını

karamıza ayak basan derisi ışıltılı adamların

dişlerinde parlayan sarı altının şerefine


Biz yılanları severiz, demeyiz size yılan!

çakallarla savaşırız, o yüzden çakal

biz aslanlarla yaşarız o yüzden vahşi

biz dostuz gorillerle, o yüzden goril

ki bazen çocuğumuzu onlar emzirir

bizi filler taşır, o yüzden fil

böcekleri tanırız, o yüzden böcek

dişleriz etimizi doymak için, o yüzden

demeyiz ağzınızdakine diş, çünkü dişlerler bizi zevk için

elmas altında yatar toprağımızın, o yüzden zengin

altın parlar umarsızca: "o yüzden altın da demeyin"

ve bu yüzden korkarız sizden tanrılardan daha fazla

çünkü gördüğümüz hiçbir şeye benzemezsiniz

ve siz gördüğünüz hiçbir şeyden bizim kadar iğrenmezsiniz

biz de sevebilir, zevk alabiliriz diye sizin kadar

yüzmeye bile değer bulmazsınız derimizi!


Ey Kral! Sarayında ressamların, aryalarında destanların

tarihinde savaşların ve kanın yıkımıyla yonttuğun kolonların

batıyor içine, içinde bir filiz gibi yetiştiğimiz tabiatın. Yağmaladın onu

kızım, vermedi sana içine doğduğu ağaçları, ey Kral!

ey mucid-i giyotin; kara bir ağaç gibi onu da budadın

Benim saçım kıvırcık, yağmurlarım gür çünkü

derim siyah, çünkü güneşim kızgın

gözlerim kırmızı, çünkü kin tutmaz

ve kollarım güçlü, çünkü kötülük nedir bilmem pek

ve şimdi yumuşaksa da bilincim, sertleştirir tarih kardeşim


Ey Kral! Senin savaşında çıkar, benimkinde yaşam var

Ben düşerim kar gibi, senin yağmurun asitle yağar

benim meskenim ormanlardır, seninki kauçuk tomarlar

ben ordusuz itaat ederim, didine yırtına tek başıma

ormana söylerim şarkılarımı, karıncalara

sen anlam şairleri, filozoflar ve ordunla

emirler yağdırırsın ırkına! Senin soyun belirsiz

her ihanetten türersin, ben benzerim ırkıma

senin dilin tornadan çıkar, benim dilimden siyah bir vida

ve batar tarihinin kalbine, bir ırmak gibi akar

seni öldüren, beni döndürmez arkama

Doğradın kızımı, ey kral, ve gönendin halkınla!

ve açtı bir gurur çiçeği kızımın kesilmiş uzuvlarında

17 Nisan 2021 Cumartesi

Sıkıntı

 

C’ye

Susardım bir sabah yürüyüşü kadar sakin

susup susardım sadece, kavimsiz bir şarkı gezinmesi

bomboş ve çok kalırdım akşamlara

eşya kapanmaz bir hesaplaşma

dokunuş yitirilmiş bir anahtar

uzun bir nefes gibi gezinirim kitaplarda

derin akşamların yorgun üzüntüsü

ah! İçime çeviririm gözlerimi

memento mori, gömelim gömelim kendimizi

 

Aynada görünmeyen yüzüyüm asık suratlı sabahların

kim inanır! Kendi içine dalan bir yangın! Hepsi o kadar


Boşluğa bakan bir misafir gibiyim kendimde

çarmıha gerilmiş eski bir anı

ruh yargılarında ilk idam edilen

ve ilk çeken tetiği, kâğıda kan döken

önce yorulan, çabuk düşen, unutmayan

yerleşik bir sızı gibi dururum kendimde

 

Issız iklimlerde kara bir lekeyim

yoksun kalmış bir tanrı yolcusu

anlamsız bir soruyum başkasında

cevapsız bırakılan bir mektup

içimde büyüyen bir boşluk var

yarım kalmış hazların küçük ülkesi


Kapatılmış günler biriktirdim hayata

amaçsız dolaşan kıyı akşamları

göze almıştım hazırdım oysa

boşluğun bir ucundan diğerine salınmaya

söz uzak günler yolcusuydu

ve bir kahkaha gibi uçardı uyuşma

deliren bir merakla devrettim kendimi

hep bir sonraki sabaha

 

Kurtarılmayı seçmiş hayal gibiyim

kim sorsa dağılan bir zamanı ve

uykuyla avuturum uyuşmak isteyen yaralarımı

ölüme büyüyen korku halindeyim

işçisiz kalmış zafer tanrısı ey!

bulmak için kendimi yanlış adreslerdeyim


Kaza süsü verilmiş bir hayattan

kanlı gözlerle baktılar bana

kimin unuttuğuyum masasında neyin uğultusu

yokyere büyüyen eşyasız korku bitmemiş roman

sayfalarında neydi farkına vardığım gerçek

tanrının gölgesi kalktı mı varlığın üzerinden

ya uyanırsa düşünde yaşadığım şehir

ben, lambadan çıkan bir eski zaman cini midir

hatırlamak yalnız acı verir

rüya dolanır tarihin diline

zaman içinde zamanın keşfi

neredeyim niye böyleyim

ruh girer içeri mekân dağılır

hafızada kanın esaret izleri

hatırayla kesilmiş devrik bir cümleyim


Akşama vardık acıya yer açın

ruh büyür sıkıntının her anında

yaşarken gömülmüş düş tazeliği

ne kaldı, anlam aranacak ayrıntılarda

bana bir masal vermişlerdi

geçti zaman hatıra koridorundan

babayla başlayan sabah cesetle biterdi

gibiydik hep başkası olmanın

kefensiz burgacında…


Ölüm günleri üstüme deviriyor, sıkıntının

kalbine yürüyorum sanarak geçtiğim kapılardan

seslerle avunurum başka neyim var

yanılmış gibi durabilir umut dargınsa

öfkeye veda attila indi atından

hem yaşanmamış gibi durabilir hayat

çok beyaz günlerin yorgun akışında

nerede bulursa kendini insan

oradan başlar silmeye, işte

dönüyor k. tanrı olamadan

dağılan sırrın kapısından

 

Ruh yitirdi cümlesini. İnsan yaşıyor

buyruğuyla. Firar: hapishaneye

 

Susardık bir sabah yürüyüşü kadar sakin

susup susardık sadece ben, hikmet ve peçorin

1 Ocak 2021 Cuma

İçini Açan Kahraman

1.      Kimdi aklı yüzüme vuran kadın tırmanırken lağım ışıklarını

Gilles’in terasına bakarken gövdem uzuvlarım şaşkın

çıkarken gördüğüm ayaklarım sevgilimin evinden

damarlarıma sabahtan inen kan hâlâ kalın

 

2.      Unuttum ve buldum kendimi

buldum ve unuttum

Neredeydim! Koltuk altlarımda hayvan teri

gece körü bir zenci, bir kadarlık hayatların birimi

ışıldak meyhaneler avuçlarımda

unuttuğum yerde buldum kendimi

aramızda tılsımlı mesafeler, kapattım.

kapadım ve başladım

bakakalmış öylece

neredeydim, niye

 

3.      Müsteardım zaten, coğrafyaydım şiirin gezgin ayaklarına

şiir de bir coğrafya şairin gezgin ayaklarına

yanlış bir şeyi düzgün isteyen ve vice versa


4.      Sevemedim insanım çalkalanıp dururken

içinde kaynayan denizi

okuduğum şeyleri biriktirmedim

ama unutmadım da bir şeyi

 

Kısa köprüler çektim kendime

uzanıp giden kibrit çilesinden

Kadıköy’e Yunan Adası açıldı

maviye beyaza boyandı iskemleler

iskelelerden kızarmış anchoes getirdiler

Antikorlarlarımla onları değiştim

gibi şeyler düşledim

Insanların içi yüzüme vurulurken

 

Ah! Kendimdi derdim eskiden Vertigo

şimdi zıpkın yemiş gibi biliyorum insanların içini

 

Kendimi durdursam da söylesem

habis bir bende hapis kalmaktan içeri

geçişim izin verse de

eni konu uzanıp bir tezga tornahına

sapur sapur sökülsem – takılmadan olduğum yere

kendimi ele geçirsem ve silsem

zaten şiir

bir delinin sayıklamalarından başka nedir ki

nedir ki şiir bir delinin sayıklamalarından başka

şiir zatenden ve matemden başka nedir ki

bir deli o hâlde nedir ki matemden ve zatenden başka

 

yas ve suçluluk, siyah ve beyaz harfleri her alfabenin


5.      Arzuya güvenmiyorum yirmi yaşımdan beri

bir erkek sıyırırken çünküsünü kadınının ıslak etinde

oramı ayıran şey şuramdan – sığ sularda yüzüyoruz mirim

ne engerek var suları karıştıran ne de içimden çıkmaya çalışan bir kerkenez

 

6.      Sana sığmak isterdim oysa sana sığınmak

ve başka hiçbir şey düşünmeden kafa yormak

neden hep bir yabancıyla konuştuğuna Türk şairlerin

 

Sana sığmak isterdim Simulakra, ey dar nehir

sana sığmak ve dayanmak tabanımdaki buzlara

yatıştırarak yüksek hızla çarpmaya alışkın kalbimi

nasıl çarparsa dev bir dalga dev bir kayaya

kim olduğum gerçekte, gerçeğin ne olduğu bende

 

Kıyıya mı sürüklenir

dalganın karşısına mı dikilir kaya

 

Kalbim kim bilir ne zaman duracak

böyle hızla çarparak kayaya ne zaman durursa


7.      Kalbinin üzerinden konuşacaksın hayatla

-                   artık duruldum, ben bir coğrafyadır, her şey tam karşısı-

 

Adonisler uğurlamış olacak gövden, hüzünler ve kutsal keresteler

hayat başka konuşacak seninle, bak acıda da bereketli bir ırmak

atlayacaksın

 

Halk yarımadasında ayaklarını bulacaksın iz bırakacak

kalbinin cibinliğinde içinden Çin geçen bir şiir

uğraşmayacaksın anlatmakla

sen bir peygamber değilsin çünkü

 

Biraz bahçe olacak elbette

içinde bir masa, fıçıda şarap

tarçınlı bir tatla kaynayacak

gece revirlerinde sunî teneffüsler

komşu kadınlar pencerelerde

soygun bir hayatın dişleriyle

ısıracaksın etini, kabul:

bende hayat fazlası var

özel bir ekip gelip onu senden alacak


Merak edeceksin ne işi olduğunu

kalın bir tahtanın aklın en ince kıvrımında

imlediğin tılsımlardan bir tılsım

izlediğin filmlerden saçma bir kare

auto-ist bir çocuk bulacaksın en altta-

“Amerikalaşmak istiyorum Amerikalaşıyorum da”

Takılmış kalmış mecazsız kuru

 

Kalbinin üzerinden konuşacaksın hayatla

miden paramparça akciğerler delinmiş karaciğer şimdilik sakin

çöplük bulacaksın ruhunu kargalar eşelemiş

bir kitabı yarım bırakacaksın masada

yaşamadığın bir şey anlattı mı hiç bir kitap sana

 

8.      Ayılmak için içiyorum

ve bu söz oyunu değil

 

Sevgilim buna alkol almak diyor

ben nadide bir parçasıymışım gibi bakıyorum ona

tuhafiye koleksiyonunun – yavrum, içki içiyorum

 

Dünya bana küçük emirler veriyor

hemen alıp getiriyorum

kalıplar üretiyorum yalnız

ve for only one use yazıyor üzerlerinde

 

Benden mi çalıp veriyorum dünyaya

dünyadan mı bana bilmiyorum

 

Ağzımla dünya tutup kuş tüyü

sokuşturma hakkını ben de istiyorum!

 

Tanrım, ne kolay takılıyorum!


9.      Neden yapılmıştır bilmem

ama şunu çalar kanun:

bizde şairler kılıktan kılığa girmez

şeyleriyle övünürler de ayrıca

 

Söz oysa görür görmez soyunur iğne deliğini

aklımdan geçer gider

 

Geride kalanlarıyım aklımda kalmayanların

ve bu büyük bir itiraftır

 

Hangimiz kadınız ki yeterince şiirin gerektirdiği

 

10.  Salâ veriliyor biri ölmüş olmalı

seviyorum İslam’ın sabahlarını

ezandaki yakarış insana iyi geliyor

gidip uyuyorum, kalabalık

çünkü herkes biliyor suçunu

 

11.  Gureba bir gözle bakarsın kendinin tersine

Ah, anladıklarım! Hepiniz ben değil misiniz?

Suruç’a Ağıt

Temmuzun yirmisinde kabristanlar dipdiri genç ölülerin cesetleriyle dağlanmış bir ülkenin ovaları görmek konuşmak düşünmek söylemek yasa...