31 Aralık 2022 Cumartesi

Barbar

kimse değil hâlâ benim kadar barbar

şarap sevmem çay içerim ala kahveli bir duman içi

silerim sisimi, barbarım ben de bir ev kadınından kırma

mutfağım bir şeyh-bahçe, cevzi bevvalar dolusu

ellerim kaslı kemikli – onların elinde ne var?

bir çekişte ayırırım butlarından derileri

vicdan derim, üzerinde kalmış bir tüy tanesine

yolarım hindi tüylerini bir noel gecesi

çamaşır sularına boğarım salonları – bidonları sirkeye

kireci tuz ruhlarına, kakayı kokulara – aklım ona buna takı

pazaryerinde memelerimi gizlerim, dilim sürçer

gelmek bilmeyen iştahlı mücevherlere – bazen de böylesi

tahta bir kaşıkla karıştırırım aklımı köyler kurarım,

şehirlere kaçar adamlarım – şehirleri isterim yıkılır

olur olmaz tutar aybaşlarım ağdadan reçeller yaparım

beni bir zarla yapıştırdıkları ağrıdan dünyaya

barbarım ben de bir eve av olan tüm kadınlar kadar

umutsuzluktur dünyada görmediğim tek duygu

her güzelliğin arkasında ellerim şakırdar

şairim ben de bir ev kadınından da barbar

beni de zincirlerle pazarlara sürdü, beni de sattılar

bazen yemeğim ocakta yanar, sırtımı döner uyurum

bazen de çocukları eteklerinde bir anne gibi dosdoğru

dikilirim hiç işitmediğim bir şeylerin duyuluşunu

şeker kusturur beni tuz küstürür, masam her zaman şık

soyar doğrarım, biraz da süstür; içtenlik, zavallılık –

affetmezdiniz, asla! hem kahkahayım hem de çığlık

8 Aralık 2022 Perşembe

Safsata Kolaj

 Yine akşamında kendimle seviştiğim gecelerin

yine mide bulantısıyla tinsel kusmaların sabahı

daha geçmemişken intihar koması geçmişlerimden

yanaştı pişmanlığın ağır ve yaşlı gemisi, yanaştı limanıma

 

ölüme alışamadım, hayata alışabildiğim de söylenemez

yanlış şeyler yapmanın ustası keşke hiç olmasaydı

kırmızı kaplumbağası arzunun sığınırken evime

ben kendime tahammül ediyordum kendi etimi dişleyerek

 

ne yapsam geçmiyor karnımın üzerindeki ağrı

kendini ameliyat eden bir doktorun soğukkanlılığı

gerek bana kurtulmak için içimdeki yangını

belki de böyle ölecektir tabiatımdaki canavar

belki de böyle mana bulacaktır insandaki safsata

 

mana dediysem, geçiniz efendim, doğrusudur tarih ve de coğrafya

 

4 Ekim 2022 Salı

Biz Bir Kere Arkadaş Olmuştuk Ben Çok Ağlamıştım Sonra

Güneş çıktı, rüzgar dindi, ben yürüdüm

En karanlık yanlarımla bağlandım bu dünyaya

Biz bir kere arkadaş olmuştuk ben çok üzülmüştüm

Unutmuştum ilaçlarımı simsiyah

Duruşum bozuk baba hep kanayacak

Ne olacak yaz gelince, sinekler ısıracak ya sonra?

 

Güneş çıktı, rüzgar dindi, ben yürüdüm

hiç öpüşmedim dudakları rujlu bir kadın

Ölüm her eve uğrar dedim kendi kendime

Uğradı, ben yitilmemiş ölümlerin sakatı

 

Ölüm her eve uğrar, bir parça üzgündür herkes

Ben üzüntü denilen kendisiyim ağacın

Yaralar açtım, yaralar taşıdım, yaralar soldum

Önümden akıp giden dayanamadım ırmağa

 

İçimde bir çentik açıldı oraya doldu zaman

Ruhi Bey’i orada bıraktım Yakup’u orada

Besledim Zebercet’i sonra

Sonra dönüp kendime baktım: ben vardım

Ben yoktu ama ben vardım

Sırılsıklam bir oluştu benimkisi pansumanlara yara

 

Güneş çıktı, rüzgar dindi, ben yürüdüm

En karanlık yanlarımla bağlandım bu kocaman dünyaya

Kendimi ittim çok katlı bir binadan ben dedikleri, yere çakıldım

Paramparça oldum cebimden çıktı ne bir kartvizit ne de imla

 

Biz bir kere arkadaş olmuştuk ben çok ağlamıştım sonra

Sonra şiir yazdım sevdim karanlık yanlarımı bir dünya daha

Her şeyi sildim ne yaptıysam peşimde kocaman bir silgi

Şimdi yeniden başlamak için, uyanıyorum yüzümde bir dudakla

2 Ekim 2022 Pazar

Dünyanın En Güzel Çamuru- BİR KÖPRÜ İKİ KEREDİR – Zayî Asker



Aynı tavusun kanatlarıyız birimiz Kadıköylü birimiz Uzunköprü

iki göğsü aynı kafesin biri şimdi Kadıköy’de diğeri uzun bir köprü




İçinizde uçsuz merdiven usul adımlara göre yemyeşil bir gölge yüzünüzde

başım döndü, tutkundum- bu çağda arkhe problemi kimlerin gözüne değer mahallede?



Kelimeleri yana açın size geçmişten geviş getirdim haysız felçli bu kez yürüdü

bilmediğim yerinden ateşe gitti evim sarıp sarmalayın örtün üstümü



Aşk tabiattaki Orpheus ürüyelim diye bencil büyükanne ulusun

gizleyerek dolaşır tüm ürkek mağ’raları elinde şu eski flüt

ne tatlı inler en acı çirkinlikler artık doğursun şu istiridye



Kusurlarım da vardı incelikte jiletlerle çekişirken

tersaneden kaçmış iri hurda gemi –

Melân Hanım itti beni Melân Hanım çekti beni koynunda o siyah inci

eh sandı ve anımsadı ki zayî asker kudreti aslında her şeye yetti



ah! Melân Hanım daha inanmadınız mı kanatlarıma kaç günümüz yalnız ışıdı

bakın kürek kemiklerim fokurdadı gitti dünyanın en güzel çamurunda



Soracaksınız belki nereye varır kanatların menzili insanken kendisine asılı

gerçekten de siz sormadan o zümrütten kuş gelip kırdı kanatlarımı



Cımbızlarla çekecektim içimizdeki çöpleri yükümüz katil doğanlarındır hüznü

korku Melân Hanım tam da bu yüzden coğrafyamın en eski büyüsü

8 Ocak 2022 Cumartesi

Dul İstanbul

Kim ödeyecek azizim Türkçe Şiir’de Sirkeci’den kalkmayan trenlerin hesabını

biz bu gar meyhanesinde böyle papyon fular dumanlı kafalar asalar bastonlarla

dayanılarak kakofoni bir kutu fosforlu uhuyu karanlığa buhur diye bırakarak

kim çekecek azizim şamdanlara sarkmış fermuarları yerine geri, yukarı

 

Böyle konuşuyordu iki ihtiyar, karşılarında yıkıldı yıkılacak Haydarpaşa

saat beş dedin mi uyanan Harem, önlerinde şehrin ilk sıcak poğaçası

dillerinde iç vezin geniş hece ilk dizesinden başlar şiir – akılları gayet yerinde

nasıl kurulurmuş bir modern şiir içe dönmek varken f’nin iki yan bacağı üstüne[1]

 

Beş dedin mi uyanır azizim Harem, sanki ara sokaklarında o dişlek otellerde

cıvıldamaktadır kart sesli muhabbet tellalları – ben ‘arflerle sevişirken

ah hiç ihtiyacım yok sessizliğe  - midye satan Kürt kabukları Biralı kusmukların

üstüne Bakılmış memelerin üstüne ekşiyen bir dille içinden ta maçine

arasında Rusyalı tombul bacakların, nerede Hürrem nerede Hürmüz

siyah gece fonlu limon sarısı karanlık hayatların perası

kekeme kalmış bir çocuk ittirir topal kendini sene 1980’dir

x Kürtçede bir harf olabilir ama Türkçede sessiz bir cümledir

Maraş’a yağma girmeden evvel - banka faizinde bir kalem

eski çantalar taşır eski insanlar kıtlık dolu bir kıştan korkan

doğal seçki çalışır bir umman hatip

küçük düşülebilir halk jürisinin önünde kocaman

farfaralı bir janjan sırıtır – Harem’de bir çarpı anıt giderek kalabalıklaşır

elektrik faturasıyla intihar arasındaki tuhaf rabıta

sırıtır, kader çapı korkunç bir cümledir Türkçede


Harem’deki bakır ‘15’ten işitilen genizsiz Ortadoğu:

“Kaybolan eşyalarınızdan Harem sorumlu değildir.

ne de yaklaşan gemilerin içindekilerden.

italik yazılmış karakterlerin boyunlarındaki eğrilikten

Harem sorumlu değildir, ağır esrar perdesinden

Kader’den ne de Selimiye’den, eylülün yedisinden

tüm kaleler düşmüşken düşmemişliğinden

tuvaletsizliğinden çünkü terk edilmişliğinden

piç eksilmez dürüstlüğünden: ‘Burası Harem’

Harem tutulamaz bildiklerinden mesul de”

 

İstanbul’un kapısı Sirkeci olabilir ama Türkiye şehre Harem’den girmiştir[2]


[1] Bir sigara icat etmiş ki Harem düzünden gösteriyor mors alfabesini

karanlıklarında çocuk kırıltıları

Harem imkânsızı başarmış o kadar perçemi düşecek üstümüze

[2] Kulağında yadsıyan ezanından kalma şu işaret sorusu:

 Gönül tahtında nedir Ece Ayhan’ın şahzadeyi şehzadeye yükselten

dönerken Osmanlıca gerisin geri

Suruç’a Ağıt

Temmuzun yirmisinde kabristanlar dipdiri genç ölülerin cesetleriyle dağlanmış bir ülkenin ovaları görmek konuşmak düşünmek söylemek yasa...