28 Nisan 2020 Salı

Yozgat Blues ya da soru: Taşranın sorumlusu kim? Barış YILDIRIM


Yozgat Blues öncelikle küçücük bir alanda kurulmuştur. Sadece dört kişiydi oyuncular. Bunların ikisi de filmin baş ve yardımcı kahramanları, bir diğeri onları Yozgat’la (belki gerçek, şehir olan Yozgat ile değil ama filme konu olan, aslında filme dahi konu olmadan biz onu izlerken salt aklımızda öyle canlandığı için filme dâhil olduğunu düşündüğümüz Yozgat’la) buluşturan şiir/edebiyat-sever (bozuntusu) ve taşranın yerlisi olan bir memur.
İkinci olarak filmin gerilimini sağlayan unsurlar da çok basittir: Birinci unsur, filmin kahramanının kelliği ve daha doğrusu kelliğini “örtmek” için kullandığı peruktur. Böylece daha olay hiç başlamadan, daha karakterde gerilimin bir ayağı kurulmuş olur. Kendinden utanan, kendini saklayan veya kelliğini saklayan, kelliğinden utanan böylece asıl şimdi kelleşen bir karakter çıkar ortaya. (Aynı denklem taşra meselesinde de işleyecektir).
İkinci karakter ona vokalistlik yapan kadın gibi görünürse de burada vokalist kadın, asıl karakterin bir uzantısı olarak vardır. Bunu, filmin sonundaki evlilik ve kellikle yüzleşememe hâlinde (taşra karşılaşma’ya hiçbir zaman hazır olmayandır) çok net görebiliriz. Kadının varlığı, karakterimizin zayıflığını, küçüklüğünü görmemiz için gerekli bir sahne, bir dekordur sadece.
Aslında filmde dekor olan sadece kadın karakter değildir. Daha çok tüm Yozgat ve Yozgatlılar dekor olarak arkadadır. Burası doğrudan filmde bulunmayan bir dekor, bir arka-yerdir. Kafamızdaki yerin adı taşradır; Yozgat taşranın simgesi, sembolüdür. Kendi kelliğiyle yüzleşemeyen, geçim derdindeki müzisyen blues tarzı müzik yaparken, taşraya dışarıdan Blues getirirken, böylece kendisi de bizzat taşrayı taşralaştırmış olur. Bu sadece bir kentli olarak gelip taşrayı taşralılaştırması anlamına gelmez; aynı zamanda kendisindeki gizli/bastırılmış/inkâr edilmiş taşralılık olarak yaşadığı taşralılığın, taşra olarak kodlanmış yerle örtüşmesi anlamına da gelir. Ancak seyirci hiçbir zaman kafasındaki taşranın merkezini taşranın kendisi değil de dışarıdan gelen (veya dışarı çıkmak isteyen) olarak düşünmeyecektir; taşralılığın sorumlusu asla kentli ve/veya taşralılığından tiksinen gizli taşralı olmayacaktır. Taşra(lı) olmadığını düşünenin, taşralı olmaktan kurtulmaya çalışanın, taşraya üstünlük taslayan taşralılığı; örtülen, kapatılan, gizlenen, taşralılık (tıpkı başkarakterin radyo röportajında müzikle ilgili soruya tek cümleyle yanıt vermesi –belki de edecek ikinci bir cümlesi olmadığından- sahnesinde görüldüğü üzere) taşrayı da taşra yapan şeydir aslında (taşra sorulara uzun yanıtlar vermez).
Bu çelişki, filmin aslında hâlâ tek karakterinin karanlık yanlarının daha iyi gözükmesinden başka bir işlevi görünmeyen diğer personasında çok daha keskin görülür. Filmi izlerken, başkarakterin taşralılığına ilişkin yukarıda bahsettiğim işaretimsilerden başka elimizde bir şey yoktur. Ancak Nadir Sarıbacak’ın başarıyla canlandırdığı karakter bu işlevi çok daha net görür. Karakter, taşrayı beğenmeyen, onun kültürel hayatının cansızlığından yakınan, aşırı ve abartılı bir sanat ve edebiyat düşkünlüğüyle, üçüncü (hadi ikinci diyelim) sınıf bir edebî zevkle, üstelik bu sanat sevgisini bir tür ideale dönüştürmüş biri olarak şehre gelen iki “çağdaş” müzisyeni heyecanla karşılayan bir tiptir. Onlarla sürekli sohbet eder, onlara aşırı önem atfeder ve biraz da musallat olur. Aslında burada dile gelen, görünür olan taşralı’nın ta kendisidir. Bunun dışında bize taşrayı çağrıştıracak (Yozgat dışında) hiçbir şey yoktur. Bu yüzden Yozgat’ı gerçekte taşralaştıran şey, hiç değilse Yozgat’ın taşra olduğunun ispatı olan şey, bizzat Yozgat’ın kendisini taşra olmakla suçlayan, Yozgat’a gelip Blues şarkılar söyleyenler, bunu Yozgat için önemli ve hatta tarihî gören Yozgatlılardır. Bunun dışında Yozgat taşra değil midir; bunun dışında Yozgat her-yer’dir, bir arka-yer’dir; her yer gibi her yerle iç içedir. Taşralı sanat-severin sadece Yozgat’ta olduğunu ya da İstanbul’da, İzmir’de, Atina’da veya Roma’da olmadığını; hatta seçkin kültür edebiyat çevrelerinde dâhi taşralılığın şu ya da bu düzeyde inceltilmiş bir şekilde yer almadığını iddia edemeyecekse, gerçekten de taşralılığın gerçek mekânının neresi olduğunu düşünmemiz gerekmez mi?
O hâlde filmin kendisine konu etmeyi başardığı yer, işte tam bu olma-olmama sınırı üzerinde cereyan etmektedir. Bu, yani Yozgat’ın sorumlusunun kim olduğu, Türkiye’nin sorumlusunun kim olduğu sorusuna benzer. Türkiye’yle barışık olanlar mıdır Türkiye, yoksa Türkiye’ye kızanlar mıdır tam da kızdıkları Türkiye’nin kendisi? Çetin bir soru gibi görünüyor ama bu filmi sevdiysek yanıtımızın ikincisi olması gerekiyor.
Ve son olarak, eğer sanat varsa tam da söylenebilecekler içinden en söylen(e)meyene yaklaşarak var oluyor, demek ki…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Suruç’a Ağıt

Temmuzun yirmisinde kabristanlar dipdiri genç ölülerin cesetleriyle dağlanmış bir ülkenin ovaları görmek konuşmak düşünmek söylemek yasa...