26 Aralık 2024 Perşembe

Balalayka

 

Sonra bir yara gibi özledim İstanbul’u

bir yara gibi kabuğu kaşındıkça kaşınan

 

Orada şimdi saat gece üçtür

çoktan uyumuştur

kediler kuşlar cinler

trenler gemiler otobüsler

çiçekler ağaçlar süsler

ben burada uykusuz

mahrum ve yoksun sanki

belki her şeyim tamam

kalbinin altında lav püskürten bir mağara kadar

yine de saçma bir acıyı taşıyan

 

Benim coğrafyam asma köprülerle dolu

iki dağın arasında bir vadinin üzerinde

ipte yürüyen cambazlara nispeten

ayak izlerini silmeyi unutmuş bir av

kendinin karşısı bir canavar işli gömleğinde

 

Körfezler, kanyonlar, şelaleler

dağ dorukları, okyanus dipleri

durgun göller, çölünü yitirmiş bir hayvan

ve daha başka şeyler içimde

her birinde binlerce ben

ben olmadan boğulmuş bile

 

İnsan nasıl olabilir kendisiyle

kendi olmak isteyen binlerce iniltiyle

bir şey olsa da yazı yazsam üzerine

diye düşünür muharrir mesela

mesela bunu yedi kat altından söyler zihninin

çatlar arşın kabuğu

lavlar sıcak, akışkan ve kırmızı

olmanın zehri olmayı büyüler

 

Ben işte o çatlağım hem olan hem de olmayan

iki şeyin arasında yok eden birbirini

ne kendime benzerim ne de kendim bana

pazar yerindeki bir tezgah gibi

kendi olmak isterken kendinden nefret eden

erken keşfedilmiş akortsuz bir balalayka

 

 

 

Suruç’a Ağıt

Temmuzun yirmisinde kabristanlar dipdiri genç ölülerin cesetleriyle dağlanmış bir ülkenin ovaları görmek konuşmak düşünmek söylemek yasa...