26 Aralık 2021 Pazar

Ortaçağ Tezleri

Çar da geldi sen hâlâ yoksun

Neredesin Dostoyevski

hâlâ yok Naçayev ve bal gibi de

yürümeye benziyor devrim

Aleksandır Nevskiy’de

Şöyle eni konu bir kasvet akşamında

Bir balkonu ikna etmek gibi intihara

Beden terapisi, tuhaflıkların raksıyla tutuşmuş

Bir de bakmışsın akşam henüz bitmeden

Balkon seni ikna etmiş yaşamaya

Neredesin griliğin atası -

ey mucid-i reng

nerede

benden bir harf silecek olan kırk bin yılın bilgesi

sana sarılıp ağlamanın sana sarılıp ağla-

manın bir yurdun sırtını

neredesin Dostoyevski nerede paltosunda

Sibiryalar taşıyan kahraman cehenneme

Sararmış istasyonlar kalkmış, Pekin parıltısı gözlerimizde ışıyor

Portakallı ördekler süslüyor halkın iştihasını- halk, acılarımızın ortak çeşmesi

bu bizim acı çekmek için uydurduğumuz bir halt, değil mi Dostoyevski

Belgrad’dan İstanbul’a kalkan trende sapsarı bir çocuk ışıldıyor

Gökdelenler yükselmiş ölü işçilerden

Hakime polise zam imama hocaya zam, aleviye korku ermeniye linç

Kürde umut işsize kömür işçiye bir ölüm bir ölüm daha sonra kurşun herkese

Sanatçıya ekran okur yazara medya hakikate mağara şaire duvar domuz bağları kapısında

Haydarpaşa yakılmış, düşün ki Aziz Peder’in şehrini müminler yağmalamış

açmış ağzını sonuna kadar yüz yıllık mağara

suyunda tifo, kapısında salgın hastalık, soyunda kırım,

Uzun kuleler yükseliyor ölülerden uzun kuleler yükselecek ölülerden

Şengal’de İsa’yı doğruyorlar uzuvlarına bir incecik direniş

İki vakitte öğreniyor çocuk neymiş mezardan, polisten ve ezandan korkmak

bilmezlikten geliyor Tarih denen sümüklüböcek

bizim ağlamalarımızın bir mutfakla kardeş olduğunu

Senin kimseye benzemeyen çelik zırhının karşısında

verişini o yarasını sırtından hiç çıkarmayan çocuğa

senin kötülüğün saplarını soyarak pişirdiğin yemek

anlaşılmadı Dostoyevski, anlaşılmadı neye yarar pişmanlığın sapı

kimse bi bok anlamadı senin kalbimize günahlarınla diktiğin çarmıhtan

kimse anlamadı kurulu tezgâhı iyi olmaktaki- yetmediler iyi olmaya çünki

Çarrr da geldi Dostoyevski, sen hâlâ yoksun

Katillerimizle barışmak bize yetmedi

deve sırtıyla yarışıyoruz çünkü yükte

Ebedi Koca olmayı göze alamayışımız

Çünkü doğrarken halk karısını tezgâhta

Aleksandır Nevskiy bulvarında yürümeye benziyor devrim de pekâlâ

Üstelik suikastten korkuyor Çar

Çevirmeler başladı, adım başı kimlik kontrolleri

Otomatik silahlar, sirenler ikiyle çarpıyor bölçümüş algımızı

hoyrat akşamüstleri battı, akşam hiç batar mı,

doğdu tekinsiz gece, gece hiç doğar mı

hınç, intikam ve kindar cüce

Her şey hazır, herkes hazır kıyılacak mahşere kaldı – belki de mahşer kopmakta haklı

Neredesin Dostoyevski, kapısında kırmızı işaretler en gizli Ortodoksların

neredesin ha uzun uzadıya bağırırken Kiremithane’de bir kanhoş

Bir şiir yeniden hunhar çalar Macar barında

Uykunun ıslak gözlerini kapatıp

Bir mobilyaya benzemekliğin

Hesabını sorar sorar da sığdığımız hayatlara

Yastıksız uyunmuyor Fyodor

böyle portmantosuz bir kendimek

Alıp giyiyorum, alıp giyiyorsun, alıp giyiyorlar, alınıp giyiniliyor

nasıl da başarıyor insanlar gelip ortaçağlarında durmayı

İşe aç karnına gidilmiyor olsa gerek, her akşam haşlanmıyor makarna

çok fena çarpıyor olmalı elektrik faturasıyla intihar arasındaki rabıta

Solcu evlerde solcu televizyonlar solcu sehpalarda

Adım adım yaklaşıyor bir usta sessiz

Pek ala yürümeye benziyor devrim Aleksandır Nevskiy bulvarında

herkes Pirus’unda kendi zaferiyle baş başa, bırrak, vıraklıyor

Susu

yorum Dostoyevski, geliyorum tragedyalara bakmaktan, si, la cliché

bir kuyunun ağzı sonunda duyduğum - bir uykunun boğazı

ve değil midir ki bir kuyunun boğazıdır arzın suyunda her uyku ağzı –başım dönüyor

bir duygu etmiyor bildiklerim ve duygularım yetişmiyor bildiklerime, bilmek hiçbir boka yaramıyor

Fyodor senin de bildiğin gibi bilmek bir rende delirtecek üstelik beni bu kıyam inceliğiyle

Diyeceğim şu ki

Kimse devirmiyor vazoları artık şölenlerde

benim sapsarı ışıldayan güneşli çocukluğumdan başka

Ya benim ya benim böyle bağırmak için olmuşluğum

Kim boğmuş beni yazlarımı hep uzaklara taşıyan kamyonların egzozuna

Ne zaman bitecek bu hadsiz özlem ne zaman bitecek bu düzelme - ne zaman çıkacak hafızamdan babamın almadığı oyuncak kamyonet, niye bunlarla doluyum, insan nedir ki Dostoyevski aklında dönüp dolaşan şeyden başka? Ben bir uğultuyu işitmeyim belki de bu bir uğultu olmaktan bile başka

Nereye uzatacağım ayaklarımı Dostoyevski nasıl güleceğim duymazlıktan bütün bu susmaz kuyuları şu eşyasızlıkta, ne zaman ben de onlar gibi olacağım, ne zaman savuracağım sırtımdaki kocaman kayayı – param olunca mı? Öyleyse oturup bizim Çar'a da bir mektup yazmalı! Affet bizi yüce, görkemli haşmetmeapları!

Yine kırıyorlar halkı Dostoyevski tünelin ucundaki meşhum ışık aşkına!

bir de hiç takatimiz yok masadan kalkmak için

de

bu saat oldu, sen neredesin?

Garson, nerede ulan masa?

Garson nerede…

Ben neredeyim?

Ah ben tuzlu bir geceyi böyle kesiltili bir işemeyim

 


Not: Ecinniler dergisinin 8. sayısında yayımlanmıştır

 

Suruç’a Ağıt

Temmuzun yirmisinde kabristanlar dipdiri genç ölülerin cesetleriyle dağlanmış bir ülkenin ovaları görmek konuşmak düşünmek söylemek yasa...