Çar da geldi sen hâlâ yoksun
Neredesin Dostoyevski
hâlâ yok Naçayev ve bal gibi de
yürümeye benziyor devrim
Aleksandır Nevskiy’de
Şöyle eni konu bir kasvet akşamında
Bir balkonu ikna etmek gibi intihara
Beden terapisi, tuhaflıkların raksıyla
tutuşmuş
Bir de bakmışsın akşam henüz bitmeden
Balkon seni ikna etmiş yaşamaya
Neredesin griliğin atası -
ey mucid-i reng
nerede
benden bir harf silecek olan kırk bin yılın
bilgesi
sana sarılıp ağlamanın sana sarılıp ağla-
manın bir yurdun sırtını
neredesin Dostoyevski nerede paltosunda
Sibiryalar taşıyan kahraman cehenneme
Sararmış istasyonlar kalkmış, Pekin
parıltısı gözlerimizde ışıyor
Portakallı ördekler süslüyor halkın
iştihasını- halk, acılarımızın ortak çeşmesi
bu bizim acı çekmek için uydurduğumuz bir
halt, değil mi Dostoyevski
Belgrad’dan İstanbul’a kalkan trende
sapsarı bir çocuk ışıldıyor
Gökdelenler yükselmiş ölü işçilerden
Hakime polise zam imama hocaya zam, aleviye
korku ermeniye linç
Kürde umut işsize kömür işçiye bir ölüm bir
ölüm daha sonra kurşun herkese
Sanatçıya ekran okur yazara medya hakikate
mağara şaire duvar domuz bağları kapısında
Haydarpaşa yakılmış, düşün ki Aziz Peder’in
şehrini müminler yağmalamış
açmış ağzını sonuna kadar yüz yıllık mağara
suyunda tifo, kapısında salgın hastalık,
soyunda kırım,
Uzun kuleler yükseliyor ölülerden uzun
kuleler yükselecek ölülerden
Şengal’de İsa’yı doğruyorlar uzuvlarına bir
incecik direniş
İki vakitte öğreniyor çocuk neymiş
mezardan, polisten ve ezandan korkmak
bilmezlikten geliyor Tarih denen
sümüklüböcek
bizim ağlamalarımızın bir mutfakla kardeş
olduğunu
Senin kimseye benzemeyen çelik zırhının
karşısında
verişini o yarasını sırtından hiç
çıkarmayan çocuğa
senin kötülüğün saplarını soyarak
pişirdiğin yemek
anlaşılmadı Dostoyevski, anlaşılmadı neye
yarar pişmanlığın sapı
kimse bi bok anlamadı senin kalbimize
günahlarınla diktiğin çarmıhtan
kimse anlamadı kurulu tezgâhı iyi
olmaktaki- yetmediler iyi olmaya çünki
Çarrr da geldi Dostoyevski, sen hâlâ yoksun
Katillerimizle barışmak bize yetmedi
deve sırtıyla yarışıyoruz çünkü yükte
Ebedi Koca olmayı göze alamayışımız
Çünkü doğrarken halk karısını tezgâhta
Aleksandır Nevskiy bulvarında yürümeye
benziyor devrim de pekâlâ
Üstelik suikastten korkuyor Çar
Çevirmeler başladı, adım başı kimlik
kontrolleri
Otomatik silahlar, sirenler ikiyle çarpıyor
bölçümüş algımızı
hoyrat akşamüstleri battı, akşam hiç batar
mı,
doğdu tekinsiz gece, gece hiç doğar mı
hınç, intikam ve kindar cüce
Her şey hazır, herkes hazır kıyılacak
mahşere kaldı – belki de mahşer kopmakta haklı
Neredesin Dostoyevski, kapısında kırmızı
işaretler en gizli Ortodoksların
neredesin ha uzun uzadıya bağırırken
Kiremithane’de bir kanhoş
Bir şiir yeniden hunhar çalar Macar barında
Uykunun ıslak gözlerini kapatıp
Bir mobilyaya benzemekliğin
Hesabını sorar sorar da sığdığımız
hayatlara
Yastıksız uyunmuyor Fyodor
böyle portmantosuz bir kendimek
Alıp giyiyorum, alıp giyiyorsun, alıp
giyiyorlar, alınıp giyiniliyor
nasıl da başarıyor insanlar gelip
ortaçağlarında durmayı
İşe aç karnına gidilmiyor olsa gerek, her
akşam haşlanmıyor makarna
çok fena çarpıyor olmalı elektrik faturasıyla
intihar arasındaki rabıta
Solcu evlerde solcu televizyonlar solcu
sehpalarda
Adım adım yaklaşıyor bir usta sessiz
Pek ala yürümeye benziyor devrim Aleksandır
Nevskiy bulvarında
herkes Pirus’unda kendi zaferiyle baş başa,
bırrak, vıraklıyor
Susu
yorum Dostoyevski, geliyorum tragedyalara
bakmaktan, si, la cliché
bir kuyunun ağzı sonunda duyduğum - bir
uykunun boğazı
ve değil midir ki bir kuyunun boğazıdır
arzın suyunda her uyku ağzı –başım dönüyor
bir duygu etmiyor bildiklerim ve duygularım
yetişmiyor bildiklerime, bilmek hiçbir boka yaramıyor
Fyodor senin de bildiğin gibi bilmek bir
rende delirtecek üstelik beni bu kıyam inceliğiyle
Diyeceğim şu ki
Kimse devirmiyor vazoları artık şölenlerde
benim sapsarı ışıldayan güneşli
çocukluğumdan başka
Ya benim ya benim böyle bağırmak için
olmuşluğum
Kim boğmuş beni yazlarımı hep uzaklara
taşıyan kamyonların egzozuna
Ne zaman bitecek bu hadsiz özlem ne zaman
bitecek bu düzelme - ne zaman çıkacak hafızamdan babamın almadığı oyuncak
kamyonet, niye bunlarla doluyum, insan nedir ki Dostoyevski aklında dönüp
dolaşan şeyden başka? Ben bir uğultuyu işitmeyim belki de bu bir uğultu
olmaktan bile başka
Nereye uzatacağım ayaklarımı Dostoyevski
nasıl güleceğim duymazlıktan bütün bu susmaz kuyuları şu eşyasızlıkta, ne zaman
ben de onlar gibi olacağım, ne zaman savuracağım sırtımdaki kocaman kayayı –
param olunca mı? Öyleyse oturup bizim Çar'a da bir mektup yazmalı! Affet bizi
yüce, görkemli haşmetmeapları!
Yine kırıyorlar halkı Dostoyevski tünelin
ucundaki meşhum ışık aşkına!
bir de hiç takatimiz yok masadan kalkmak
için
de
bu saat oldu, sen neredesin?
Garson, nerede ulan masa?
Garson nerede…
Ben neredeyim?
Ah ben tuzlu bir geceyi böyle kesiltili bir
işemeyim