I
sesler
tonlandı, her şey istendi nasıl istenmeliyse öyle
sırtımda cam
kırığı izleri inceden inceye
bir böğürme
haliyle konaklarken ömrümde
büyümüştü
dişlerimiz de büyüyen her şey gibi
bilinecekti
rakı, bilinecekti esrar ve düş
kimse
vermeyecekti artık bize memelerini
akşam bitecek
ama hiç, gitmeyecekti
kızılı yeni
sakallarıyla kardeşim sırrımdan öpecek
ben o’nu sırtından
ve bu ürperme sürüp gidecekti
arkanı
dönememek! hem içindeyim
zamanın
hem de
büsbütün dışında!
endişe ve yer
yer neşeyle
işte zamanın o
eşsiz gidiş ve gelişleriyle
sırtlanlar
ölecek özür dilenecek
dilenciler
diledikleriyle sevişecekti
hallelujah!
sevgilim halesiyle iyilik gözetecek
yabancı girdiği
evde güvenilir ve eriyecekti
play it
again. haydi göster
bize hünerini
bir başkası
olmanın yan yolunda, bir büyücü mesela,
egzoz
dumanlarıyla zehirlenmeden beynin
duyduğun ritim
kalbinin olmayacak unutma
unutma bir
başkası olduğunda
tanrıyla işim
yok beni dmitri'ye götür alyoşa
beni bu
dünyadan götür erdemiyle yıka bütün
bu ucuz bu
kolay kazanılmış metaforları
beni al yerime bir kor bırak
nasıl da zor
şimdi yakınlıklar
nasıl gergin
geçmişin alnında biriken ırmaklar
damar damar bir
şakak, pıhtı pıhtı kan
mümkünmüş sanki
bir enkaza tepeden bakmak
onlar duymaz,
buyur onlara:
sesleri sessiz
ve bir olmaya davet ederken
zihinlerinde
büyüyen o şirret cesaretten
evi o
yakıldıkça parşömen
ve isi dahi
isimsiz hoşa gitmeyen
onlar duymaz
buyur onlara!
anlaşılsın
kusan kim insan mı
yoksa bu akşam
sıkılan masalar mı
kim aklına hâkim
kim kesip
biçmede ölçüsüz bir yetinmeyi
sapa yollarda
üşüyen bir ergen
kim?
kim kaybedilmiş
bir yol kadar neşeli
ve Roma’dan
uzak
kim bu titremeyle
ıslık çalacak
belime kadar
çıplak ve hâlâ yersizim
arkamdan
konuşuyorum hâlâ demek hünersizim.
II
savaşın nefsini burgu gibi savurduğu bir ufuktan kopmuş topuklarıma süratle dokunmuş yaslanmıştım asasına hayatın. dünyada: dağlanmış bir dağ, masanın üzerinde bırakılmış bir zil ve ne zaman çağrılsam eteklerinden bir uç uzar tırnaklarımdan mayhoş ve kim-yâ
sonra bütün yengeçler denize döndü. öldürülmüş bir asiden, çimdiklenen ergenlerden ve serpiştirilmiş bir dilden bahsedilebilirdi belki. kıça sokulmuş bir dilden, ,hırpalanmış biçimlerden ya da ağdayla iliştirilmiş resimlerden. bir usturadan kayabilirdi eli ustanın ve dumanlarından sıyrılırdı başım arşın ya da dilini düğümlemek bir tele gerilmenin görüldüğü her yerde
gerilla diyecektim devleti öldürdüğüm her hecede! oraya yürürken kılcal nehirler, damar damar bir gövdeyle kabarırken bütün küflenişler doktorlar yetişir cesetlerde, eşkıyalar padişah – padişahlar eşkıya ve daralan bütün göğüsler intifada
o sırada aklım çok uzaklara kadar gitti. diyebilirim ki on yıl olmuş demenin büyüsüyle on yıl olmuş demenin bıraktığı o izde şüpheden önce cumhuriyet vardı. zamanın temize çektiği bir merhem kımıldayan her şeye sürülmüş, gözlere bir felç süzülmüş ve ishak doğurmuş bir akşam eşyalarımla vedalaşmıştım: ıslahat bile fermanla…
gocunanlar ağzını bozdu ben yeni bir tane edindim. bir yorgunluğu ellerinden tutup sahile defnettim. trenlere bilet gezginlere merak ve kendini bir sandalyede oturtmuş giderken düşleyenlere sıkıntı yazan bütün oyunları kumlara serpiştirdim, içe açı verdim.
: tıkır tıkır işlerdi k’ler ve hakikatler tellerinde yerçekimli bir eytişimin, o böyle gizler ben sezerdim. zehiri avuçlarında tutan o gururda istif edilmiş kinler ve zamanı gelince açılan bütün gerçekler gibi tiksindiğim her şeye siner sonra gider ellerimi kireçlerle takas ederdim. eklemlerim alkışlardı beni, ben o’nun sezdiği şeyleri gizler ve gasp edilmiş bir zihinde beklerdim. dilim dilim bu grilikten devşirildim. her şey ama her şey diye tarif edilen dünya önce elden geçirilmişti sonra üzerimden komşu bir coğrafyaya.
III
- Maurice Flaurence için
asrım ruhuma dar, kaç yüzyıla sığardım. hidayete söylenmek demek istemiyorum ama söylenmişlerin ufkunda bir ufku itip kakardı gözlerim. ben onun yanlış anlaşılmasıyım denilmişti bir kez denilmişti ve anlaşılan hiçbir şey söylenmemişti bir belkinin ötesinde.
iyiydi böyle, güneş doğar-batar ve akşamlar çağrıldıkları yerden başlardı. başlardılar. ben başlardı çağrıldığı-m yerden. bir itirazla mı çizerdim sınırlarımı ve söylenmeyene kadir olanın gölgesinde iftihar mı ederdim. sabahlara dokunur, denizlere göz kırpar ve kurduğum ülkelerle mi saldırırdım hayata. nasıldım ben.
hiçbir şeye temas etmeden
kesilince salınan bir nefesten
için için büyüyen bir ergen
gelir konar küllerine tarihin
,astım, onların katında bağlandı
dilim!
böyleydim işte – mimlenmeden önce
bir mıh: girer ruha çıkrık
çevrilmeden evvel emirde
- demek büyülenmemiştim çarpışırken nehirler
demek söylediklerimi söylememiş
ve bir uçurumdan savrulmamıştım
saltanat sofrasına, âhir kalemde.
olurdum ve ancak o zaman duyulurdum.
ölüm üzerine düşünülür kâh küstah bir not düşülür kâh kahkahalar ünlemlere
dönüşürdü. ve beyaz bir odada titremeye iliştirilmiş bir it gibi titrerken
dizlerim ben gelip gırtlakta tıkanan bir şeyleri reddetmenin çok ötesinde
yaşamış ve defnedilmiş uyurdum. yâ sîn!
işte birer birer dökülüyor damaklarımdan dişlerim.
defne dildi, yapraklarıyla tarif edilen bütün defineler gibi, söylemiş miydim bilmiyorum, bazen kalem kırılır ve o an bir ses duyulur boyunlardan. boyunlarda gezenler dünyadandır. dil sarkar birkaç karış, uzunluğa şaşırır akıl ve sağır: tören dilden gelir.
şimdi
yankılanıyor diye sıkılan gırtlakları
görüyorum
boğazlanan boşluk ona geriyorum kendimi
yakılan bir ateş için hazırlanan benzini
soluyorum
şimdi
üstüne gidildikçe saldıran her hayvan
gibi insan!
kendimi bir kabusta düşlüyorum
şimdi, şimdi denilen her an
başka bir şeyle didişiyor aklım
ve sana bir müjde vermek istiyorum.
17 Mart 1976- Paris
gelip geçerdi heves. ki ayak sesleriyledir mermer bir asır ve o mesafede beliren her şer kıyamete kadar asılı kalır: kıyıya vuran bir ağrı, genişlemiş bir rahim ağzı, boyundan başlayan bir kasılma yukarı ve şöyle uzan!maya doğru
gelip geçerdi rüya seslerinin akıyla. bir felç batıya ve umut ordusu bakaya kalır gelir geçerdi geride kalan ne varsa, yakalar ve geçerdi arşimet: avrupa! bir de o hastane odası kadar keskinleşirken rutubet
bu yeni sırta da sokulur az sorulur çok eskir! çantadan bir koku silinir hatırlanan bir şeylere ziyaret, ki doğrudur ki en çok dokunurkenkidir, ilan edilen bir baş dönmesi, ki tedavi dilin bükülmüş kemiği- ruhtan çıkışa sirayet
yoruldum taşımaktan bu ağır gövdeyi bütün işaretlerini apar topar bir düşünmenin. ki sokulan sorulardan daha soluktur beniz ve genizde köpüren o hâlâ engin deniz ve yanlış ırmaklardan akan yanlış akıncılar yanlış atlarda, bir kez daha, uydurulmuş bir m kadar anlamlıyım sınırlarda.
ne bekliyordunuz ani bir duruştan başka. karnı tok bir şaşkınlık sürekli bir susuş ve zamansız girilen her dehlizden duyulan kaygıdan başka. korkak adımlarla düşünmek nasıl da cüretkar! diye haykıran bir tekrardan başka.
sürün izlerini yürüyen akılların. bir bakın: gözlerini çıkarmış bir asa nasıl düşlenir ara sıra, niye, neden ara sıra kullanılmayan bir baruta kayar gözleri esaretin, ne o yedi altmış beş güven ne zamanı helen bir hesap, nefretin diliyle konuştuğum üç iklim, üşüyen bir nevresim ne de tutulan bütün nefeslerden daha soylu sözüm ona zamana direnen günlüklerim.
ben algıların arasında parıldayan bir kavme kanatlarımla koştum, ben şaşkınlığın dilinde pelesenk olmuş bütün asıllarda ben çöküp giden her siste söylenmeyen bir dünya buldum. ben çok uzaktan görünüp bir şarkıyla günahkar, karışık bir kafa ve sıyrılan bir nüsha diğerlerinin arasında, ben söylenecek kadar güçlü olmayan tüm fasıllarda bir ahenk nasıl söylemeli bütün susuşlarda konuşmak için bekleyen aceleci bir gem buldum susup sustum sadece, tuzaklara su verdim, kırıldı çelik- sıyrılıp gelen atı bir şeylerin, doğan yaşayan ve ölen.
hiç işte! bu kadar kolay ölmemişti
kimse,
bu kadar pür bir neşe. görülmemişti
elleriyle gülen bir ergen
şaşkınlığa şaşıran bir evren
ne bekliyordunuz kasılmalar içinden
ıslıkla söylenen bir masal daha mı
sıkılmış yumrukları sınayacak bir çene
duyduğu o sese yapışan bir kene
ve sonsuza dek eklenerek dönen o meşhur
eksen- ben. e
ne bekliyordunuz
bu bahar daha uzun sürse
bitmese bu aşk
ve kadifeden bir ceket
yana düşürülmüş bir kasket
sonuna gülmek iliştirilmiş bir ceset
ne bekliyordunuz kekeliyorum işte
sıkılırken indiğiniz ata nerede
binmiştiniz
edip etmemenin çiçekleri nerede
nerede yetişir bir Yakup son kertede
sürüyen akılları tokmaklarla zincirleyen
gök kubbe!
aziz ve yâhya! kim muzaffer
bu çivisi çakılmış şenlikte
ne mırıldanış
teyakkuz asidinde dağlanır dimağ
o eşsiz aydınlanış
takatsizim her şey gibi iliştirilmiş ve
devrilmiş
devşirilmiş ve çekilmiş bir diş gibi
sürecek bu yan yana geliş
tek canlı replik benim: işte sahnedeyim
tersine çevrilen her şey gibi ben de
takatsizim
arkamdan konuşuyorum hâlâ demek
hünersizim